İbrahim Halil Okuyan
26 Kasım 2012
Giordano Bruno (1548-1600 İtalya, Roma).
İtalyan filozof, Rahip, Gökbilimci.
Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir.
Evrenin sonsuz ve eş dağılımlı olduğunu ve
Evrende, Dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi.
Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve
Roma’da diri diri yakılarak idam edildi.
Bruno ölüm kararını dinlerken, şu yüce sözleri söylüyor:
“Maiori forsan cum timore sententiam in me fertis quam ego accipiam.”
– “Belki de siz bu kararı söylerken benim kararı duyarken korktuğumdan daha çok korkuyorsunuz.”
“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.”
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım,
Ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım.
Aydınlık ve karanlık arasındaki,
Bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım.
Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”
Sözleri de ona aittir.
Ona göre her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür.
Düşüncelerinin açıklanmasının kendisi için çok tehlikeli olduğunu bildiği halde,
Yukarıdaki cümlelerden de anlaşılacağı gibi,
Yazı ve konuşmalarında düşüncelerini hep böyle açıkça ifade etmiştir.
Giordano Bruno; Bilim Adamı sıfatının tam karşılığıdır.
Bunu yaptığı buluşlar ya da yazdığı eserlerle yapmamıştır.
Onun Bilim Adamı duruşu; gördüğü işkence, baskı ve karşılaştığı ölüm tehlikesine rağmen fikirlerini savunması (ve tabi ki sonunda haklı çıkması) nedeni ile önemlidir.
Çünkü Bilimin Onurunu yere düşürmemiş,
Bilimin esas görevi olan doğruları bulmak ve yaymak için yanmıştır.
Bilim bu gün onun gibi yananlar sayesinde Aydınlık bir yolda yürüyebilmektedir.
Bütün bunlar 450 sene önce yaşamış bir Bilim Adamının duruşu.
O yakanları bilmiyoruz ama o hala Fikirleri ile yaşıyor.
Şimdilerde ise bizim gibi toplumlarda;
Dik duruş sergilemesi gerekenlerin,
Evrensel doğrulara sahip çıkması gerekenlerin,
Dik durmaması ve herkese şirin gözükme çabası,
Özetle kurnazca davranmaları,
Toplumumuzda Normal karşılanıyor ve
Erdem olarak kabul görüyor.
Kırmızı ışıkta geçenler,
Sınavlarda hep kazananlar (!),
Kamuda kolayca işe girenler,
Kolayca Makam sahibi olanlar,
En iyi iş kapan Müteahhitler,
Sınavlarda yerine joker sokanlar,
Akademik kariyerde akıl almaz numaralarla en hızlı yükselenler,
Kısaca Pastadan en büyük payı kapanlar ..
Hep “Kurnaz” insanlardır.
Bunlar Merdivenleri basamak basamak değil,
Başkalarının sırtlarına basarak çıkarlar.
Bunların en seçkinleri (!);
Sivil Toplum Kuruluşlarında ve Siyasette yer alırlar.
Ünlü İngiliz Filozof, Bilim adamı, Avukat, Hukukçu,
Devlet Adamı ve Yazarı, Francis Bacon demiş ki;
“Kurnaz insanlar;
Okumayı Küçümserler,
Basit İnsanlar ona Hayran olurlar,
Akıllı insanlar ise, Onlardan Faydalanırlar.”
Ne kadar da güzel özetlemiş.
Kâinat yaratılırken kurnazlığı insan almış,
İnsandan sonra da hayvanlar arasında tilki almış.
Bir memleket ne kadar çok “Kurnaz Tilki”’lerle doluysa,
O Memlekette o kadar çok yapısal bozukluklar oluşuyor.
Bilirsiniz bu konuda bir hikaye vardır.
Kâinatın yaratılmasından sonra yeryüzünde kabiliyetler dağıtılıyormuş. İnsanlar akıl uygun görülmüş ve insanlara dağıtılmaya başlanmış.
Fakat akıldan her insan nasibini aldıktan sonra birazı da artmış.
Bunu duyan hayvanlar bir meydana toplanmışlar.
Çoğu gidip azı kalan akıldan azar azar almışlar;
Ama aralarında kavga başlamış.
Hiçbiri akıl nimetinden faydalanamamış.
Sonra bakmışlar yerde başka kabiliyetler de var…
Hepsi kendince güzel olan kabiliyetleri almış.
Tavuk kanat almış, ama uçma kabiliyetini almayı unutmuş;
Aslan güçlü ayaklar almış, fakat düşünme kabiliyetini almayı unutmuş, Ama sonuçta her hayvan bir kabiliyet almış,
Yerde en son kurnazlık kalmış.
Kuşlar, kurtlar kendi aralarında kavga ederlerken insan gelmiş, Kurnazlığı alıp gitmiş.
Tilki insanın ne aldığını merak etmiş,
Bakmış görmüş ki insanın aldığı kurnazlık…
Kurnazlıktan koku kalmış yalnız tilkiye…
Kurnazlığın kokusunu da tilki almış.
O Günden beri;
İnsanoğlu kurnazlığı ile hayvanları ne kara da ne suda rahat bırakmış.
Ama tilki o gün insandan kurtulmasını başarmış.
O gün bu gündür tilki hep hayvanlar içinde en kurnaz olarak bilinir.
Bin kişilik bir sinema salonunda yangın çıktığını düşünelim.
Sinema Müdürü anons ediyor,
Kimsenin paniğe kapılmamasını,
İlk sıradan başlayarak salonun boşaltılacağını,
Böylece herkesin kurtulacağını söylüyor.
Organize toplumlarda; herkes, bu plana uyar ve herkes kurtulur.
Japonya’da gerçekleşen son depremle,
Kıyametin bir provası yaşandı denilebilir.
Bir tür küçük kıyamet yaşandığı halde,
Japonlardaki bu profesyonellik,
Soğukkanlılık,
Disiplin ve kurallara uyum bizlerde hayret uyandırdı.
Japonlar mı insan değildi, Bir tür plastik bebek gibiydiler.
Geri kalmış toplumlarda; ise seyirciler bir an önce kendi canlarını kurtarmak için kapıya atılırlar büyük bir tepişme yaşanır ve
Üç beş kişi dışında herkes can verir.
Kurala uymayı enayilik, uymamayı kurnazlık sayarız.
Uzmanların “deprem değil, bina öldürür” sözü bir atasözü gibi benimsendiği halde,
Hala binaların inşası esnasında malzemeden çalınır.
Yumuşak zeminlere çok katlı binalar yapılır.
Dere içlerine kadar binalar yapılır.
Belediyeler bunlara göz yaparlar sonra da,
“Kentsel Dönüşüm Planları“ Yaparlar.
Kamuya ait hazine arazileri talan edilir kurnaz insanlarca.
Japonya’da eğilen, bükülen ve eski haline dönen binaları görünce de bilim kurgu seyretmiş gibi şaşırırız.
Deprem uzmanlarını deprem olduktan sonra meşhur ederiz ama depremlerden önce unutur gideriz.
“Ne zaman deprem olacak” diye merak ederiz.
Binlerce kez uzmanlar “Depremin ne zaman geleceği belli değil.
Her zaman hazırlıklı olmak lazım” deseler de,
bir gün bir uzmanın,
“şu gün şu saatte deprem olacak” demesini umutla bekleriz.
Organize toplumlarla,
Geri kalmış toplumların “Temel Farkı” buradadır.
Geri kalmış toplumlar; “kurnaz bireylere”,
İleri toplumlar ise;“kurnazlığı aklına getirmeyen ve Kurallara uyan yurttaşlara” sahiptir.
Demokrasi de ancak böyle toplumlarda yürür.
Öbür türlüsü;
“En KURNAZ olanın” başa geçip kendi menfaatlerini toplum menfaati olarak yutturmasından ibarettir.
Yani bir çeşit “ Diktatörlük ”’tür.
Bizim geldiğimiz nokta budur.
Hem “Tek Adam” olsun hem “Demokrasi” gelsin isteriz.
Bu örnekte görüldüğü gibi durmadan kurnazlık eden bireylerin oluşturduğu bir toplum iyi işlemez.
Çünkü Kurnazlık,
Toplu çıkara,
Toplu Zekâya aykırıdır.
Bireylerin,
Dönen toplum çarkları içinde birer “Dişli” olmayı kabul etmeleri gerekir.
Zekâ bunu gerektirir ve Çarklar ancak böyle işler.
Kıssadan Hisse
“Kurnazlık, geri kalmış toplumlara özgüdür!…”
Biz bu yazının neresindeyiz takdiri de okuyanlara kalıyor.
Saygılarımla.
İbrahim Halil okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
26.Kasım.2012 Şanlıurfa