Ali H. Demir
4 Nisan 2012
Eğitimin yapısı ile ilgili 4+4+4 değişikliğine dair tartışmaların yoğunlaştığı son günlerde eğitim ülkemizin gündemine oturmuş durumda. İlgili ilgisiz herkes bir şeyler yazıp çiziyor. Eğitimin süresine yönelik yapılan değişiklik sonrası toplum olarak kazanacaklarımız, kaybedeceklerimiz konusunda hemen herkes kendi ideolojik alt yapısına dayanarak bir şeyler düşünüp söylüyor. Siyasi liderlerimizin gündeme getirdikleri eğitime dair sorunlar tartışılıp konuşulurken kısa vadede çocuklarının eğitimine dair planlama yapmak zorunda olan insanların da kafası iyice karışmış durumda. Üniversiteye girişte sınavlar kalkacak mı? 4+4+4 uygulamasının hayata geçmesi ile birlikte eğitim sisteminde neler olacak? Dershaneler kapatılacak mı? Sınav odaklı yaklaşımdan kurtulabilecek miyiz? Eğitimin kalitesi nasıl geliştirilecek? Bakanlık merkez teşkilatının yapısına yönelik değişiklerin etkisi ne olacak? Genç ve eğitimli yönetim kadrosuyla Milli Eğitim Bakanlığı neleri başaracak? Gibi onlarca soru eğitimle ilgili ilgisiz hemen herkes tarafından mutlaka duyulmuştur.
4+4+4 uygulaması konusunda iyi mi kötü mü değerlendirmesini yapmak için henüz çok erken gibi görünüyor. Temel yasa olarak çıkarıldığı söylenen metne bakarak eğitimin geleceğine yönelik bir değerlendirme yapabilmek şu an için mümkün değil. Kademelendirmeyle birlikte seçenekler arası geçiş imkanı sağlanmış olduğu söylenebilir. Eğitim sisteminde okul çeşitliliği adına ilkokul, ortaokul kavramları yeniden gelecek gibi görünüyor. Sistemde üç kademe aynı kurumda olabileceği gibi farklı kurumlarda da olabilecek deniliyor. Bu durumda sekiz yıllık kesintisiz eğitimin en önemli eleştirilen yönlerinden birisi olan altı yaşındaki çocukla on dört yaşındaki çocukların aynı ortamda bulunmasının sağlıksızlığına dair uygulamalara tamamen son verileceğini söylemek mümkün görünmüyor. Hatta bazı şartlarda üçüncü kademedeki öğrencilerin de bulunabileceği düşünüldüğünde aynı ortamda bulunabilecek öğrenciler arası yaş farkı daha da fazlalaşmış olacak bile denebilir.
Eğitimin üç kademeli olsa bile on iki yıllık zorunlu hale dönüştürülmesi, derslik ve bina ihtiyacını çok daha fazla bir şekilde artıracak. Belki normal öğretim yapılan okulların sayısı çok azalacak. Bu gün için ilköğretim olarak nitelenen okul sayısı ve ilköğretime devamda elde edilen yüzde yüze varan orana bakınca aynı şekilde zorunlu eğitimin üçüncü kademesi de işin içine girince en azından mevcut derslik ve okulların yüzde kırk ila elli arasında daha fazlasına ihtiyaç duyulacak. Şu an her ilköğretim okulunun yakınına dört yıl eğitim görme imkanı sağlayacak birer okul binası daha yapılması gerekecek. Bu durum açık öğretim seçeneği ile belli bir oranda düşecek diye düşünülebilir. Ancak açık öğretim sürecinde alınacak eğitimin niteliği konusunda önemli sorunlar yaşanacağını şimdiden söylemek yanlış olmayacaktır. Şimdiye kadarki uygulamalara bakınca açık öğretim oldukça sınırlı kalabileceği gibi gidenlerin de sırf yasal zorunluluğun bir gereği olarak gitmek zorunda kalacakları ve yaşlarının dolmasını bekleyecekleri bir kademe olacak denebilir. Bu ise eğitimde kaliteye katkı sağlamayacaktır.
Öğretmen kadrosu konusunda da önemli sorunlarla karşılaşılacak gibi görünüyor. Zorunlu öğretimin kesintisiz sekiz yıl olarak uygulanmaya başlandığı dönemlerde kapatılan ortaokullardan gelen öğretmenlerle ilkokul olarak faaliyetini yürüten okullarda görev yapan sınıf öğretmenleri arasındaki bütünleşme hala yeterince sağlanabilmiş değilken şimdi de üçüncü kademe olarak bir bakıma eski lise öğretmenleri de bu sistemin içine girdiğinde kurumlar arası bütünleşmenin sağlanmasında önemli sorunlar yaşanacak gibi görünüyor. İlköğretim çağı çocuğunun gelişim özellikleri dikkate alındığında, ikinci dört yılı lise olarak nitelendirilen okullar bünyesinde devam etmek isteyecek öğrencilerin derslerine girecek öğretmenler daha çok yetişkinlik çağı çocuklarına eğitim vermeye alışmış lise öğretmenleri olacak gibi görünüyor. Bu kademede görev yapan öğretmenlerin pedagojik yönden ilköğretim çağı çocuğunun gelişimi konusunda yeterince bilgi, beceri, yöntem ve teknik bilgisi olmadığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
Kurumların yönetimi, denetimi, kademeler arası ayrımların düzenlenmesi, programların yeniden elden geçirilmesi, öğretmen yetiştirme politikaları, Milli Eğitim Bakanlığının öğretmene bakışı gibi konular bir arada düşünüldüğünde 4+4+4 sistemi konusunda daha alınması gereken çok yol var gibi görünüyor.
Seçenek çeşitliliği sistemin getirdiği en önemli yeniliklerden birisi olarak değerlendiriliyor. Mesleki eğitimin güçlendirilmesine katkı sağlayacağı, böylece genel ortaöğretim ile mesleki ortaöğretim arasındaki dengesizliğin giderileceği iddia ediliyor. Ancak eğitim sistemimizdeki mevcut okul çeşitliliği dikkate alındığında yeni sistemin bunu sağlayacağını söyleyebilmek oldukça zor görünüyor. Özellikle de sınavla öğrenci seçimi yapılan okulların varlığı devam ettiği sürece buna imkansız bile denebilir. Din eğitimi veren İmam Hatip Liselerinin öğrenci sayısında önemli bir artışın sağlanacağı kesin. Ancak İmam Hatip Liselerini meslek liseleri kategorisi içinde görüp bu alandaki gelişmeyi mesleki eğitim hanesine kaydetmek yanıltıcı olacaktır. Türkiye’de herkes İmam Hatip Liselerine giden insanların mesleki eğitim almaktan çok dini bir eğitim aldıktan sonra başka alanlarda eğitim görmeyi istediklerini bilir. Kız öğrenci sayısına bakıldığında da İmam Hatip Liselerini meslek liseleri gurubuna sokmak çok anlamlı olmayacaktır. İmam Hatip Liseleri ülkemizde uzun yıllar toplumu dönüştürme çabasına giren toplum mühendislerinin projelerine karşı yine toplumun geliştirdiği tepkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ne yapılacağı, ne olacağı konusunda özellikle yönetim makamlarının tam karar veremedikleri, adeta toplumla devletin çatışma alanı haline gelmiş kurumlar durumuna düşürülmüştür. Bu anlamda 4+4+4’ün en önemli getirisi bu alanda yaşanan sorunların giderilmesi olacaktır denebilir. Fakat bu durum toplumdaki eğitim sorunlarının giderilmesine, hele mesleki eğitimin gelişmesine çok fazla yarar sağlamayacaktır. Zira ülkemizde mesleki eğitimde yaşanan sorunun çözümü bu şekilde kademelendirmelerde yapılacak değişikliklerle çözülemeyecek kadar karmaşıklık arzetmektedir. Ekonomik hayatın yapısı, eğitimi dolayısı ile mesleki eğitimi doğrudan etkilemektedir. Toplumumuzda meslekler, mesleklerin icra edildiği yerler olan işyerleri mesleki eğitimin içinden geçerek açılma gibi bir zorunluluk taşımamaktadır. Mesleki eğitimin kalitesi ekonomik hayatın ihtiyaç duyduğu nitelikte insan yetiştiremediği için büyük ölçekteki iş yerleri ihtiyaç duydukları insanların belki çok azını örgün mesleki eğitimi bitiren kişilerin içinden almakta, bunları kendilerince yeni bir formasyondan geçirdikten sonra çalıştırmaktadır. Örgün mesleki eğitimin içinden çıkan insanlar nitelikli iş yerlerinde iş bulmakla birlikte mesleki eğitimin tüm mezunlarının iş yaşamında kendilerine yer bulabildiklerini söylemek oldukça zordur. Birçok mezun okulu bitirdikten sonra küçük ölçekli iş yerlerinde toplumun gündelik küçük ihtiyaçlarının karşılanması düzeyinde ekonomik hayata atılmaktadır. Toplumsal gelişmeye katkı sağlayacak düzeyde bir mesleki organizasyonda yer alamamaktadır. Bir bakıma kişisel becerilerini kullanarak evini geçindirebilecek düzeyde para kazanır hale gelen kişi daha fazlasına gerek duymadığı gibi imkân da bulamamaktadır. Bu anlamda toplumun ekonomik gelişimine katkı sağlayacak düzeyde bir mesleki eğitimin oluşturulabilmesi için çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Bu ise eğitim sisteminin tek başına yapabileceği hele de 4+4+4 ile gerçekleşebilecek bir şey değildir.
Sınavla öğrenci alan okulların durumuna ilişkin ne tür bir düzenleme olacak sorusuna en azından şimdilik 4+4+4 sisteminin bir cevabının olmadığı görülüyor. Zorunlu eğitimin on iki yıla çıkması ile birlikte sınavla girilen okullar kapanacak gibi görünüyor. Bu durumda dershaneler bu yönüyle gereksiz duruma düşecek denebilir. En azından on iki yıllık eğitim süresinin içinde sınavla girilen okul kalmaması gerekiyor. Bu yapılmadığı takdirde yeni sistemin işleyişi konusunda önemli sorunların yaşanmasına devam edileceğini öngörmemek mümkün değil. Seviye Belirleme Sınavlarının 6. sınıftan itibaren getirilmesinin dershanelere yaradığı gibi kademeli zorunlu eğitimde de sınavla girilen okullar bulunduğu takdirde dershane sisteminin devam etmeyeceğini söylemek çok zor görünüyor. Sınavla girilen okullar kaldığı sürece dershanelere her zaman ihtiyaç olacaktır. Okul çeşitliliği konusunda yeni sistemin ne getireceği hala belirsizdir. Bu nedenle sınavla girilen okulları hedefleyen aileler ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Üniversiteye giriş sistemi konusunda da yeni sistemle birlikte düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç var gibi görünüyor. Ancak üniversite sınavlarının kaldırılacağını söylemek mevcut şartlarda en azından uzun bir süre hayal gibi görünüyor. Üniversiteye girişte mevcut sınav sistemini kaldırsanız bile yerine yeni sınav sistemleri getirilmek zorunda. Sınavları her üniversitenin kendisinin yapacağı düşünülse de aynı bölümleri tercih edenlerin seçimi için yine sınav zorunlu hale gelecektir. Bu durum dershanecilik anlayışının ortaya çıkmasına yol açacaktır. Üniversiteyi bitirip mesleğe girmek isteyen kişilerin KPSS sınavı için dershane kapılarına yığılmasının nedenleri kaldırılmadığı sürece dershaneciliğin kalkmasını beklemek de hayalden öte bir anlam taşımamaktadır. Üniversite diploması sahibi insanlar neden dershanelere gitme ihtiyacı hissediyorsa üniversiteye girmek isteyenler veya sınavla öğrenci alan okullara gitmek isteyen insanlar yine dershaneye ihtiyaç duyacaktır. Dershaneye gidiş belki sınıfta kalmayla bir oranda azaltılabilir. Okullara girmenin kolay ancak bitirmenin zor olduğu bir sistemde eğer öğretmen niteliğinizi ve sisteminizi etkin bir şekilde işletebilirseniz dershaneye gitmek azalabilir. Ancak bu durumda sistemdeki kalıntılar sistemin işleyişine olumsuz etki yapacaktır. Etkin bir yönlendirme sistemi olmadığı sürece bu kalıntılarla başa çıkabilmek çok daha zor olacaktır. Üstelik de sistemin kendisi bu sorunlarla uğraşmış olacak. En azından şu anda sistem gelene geç anlayışıyla çalışarak kendi içinde sorun yaşamıyor gibi görünüyor. Fakat şimdiki sistemde de dershanecilik ortaya çıkmak zorunda kalıyor. Sınavı kaldırıp okul başarısına göre öğrenci alma düşüncesi ise bir başka garabeti ortaya çıkaracaktır. Okulların niteliği konusunda önemli sorunların yaşandığı bir durumda insanın geleceğine dair kararların okullardaki mevcut kaypak yapı içinde sağlıklı bir şekilde verilebilmesini beklemek en azından sistemi tanımamak anlamına gelir.
Sınav odaklı yaklaşımın kalkması konusunda milli eğitim bakanının okullar arasındaki nitelik farkı kalktıkça öğrenciyi değil kendi niteliğimizi ölçmek için sınav yapacağız şeklindeki açıklamalarına bakınca sistemden sınav odaklı yaklaşımın hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını anlıyoruz. Okullar arası nitelik farkının kalkması eğitim sistemimiz açısından yakın bir zamanda mümkün değil. Okullar arası nitelik farkını kaldıracak unsurların varlığına dair emarelerden söz edebilmek bile şu an için imkânsız. Bu alanda sosyal, ekonomik, siyasal, fiziksel, yönetsel birçok çalışma yapılması gerekiyor. Henüz norm kadro uygulamasının bile işletilemediği bir sistemde okullar arası nitelik konusunu konuşmak çok erken gibi görünüyor. Bu anlamda sınav odaklı yaklaşımın kalkmasını şu an beklememek gerekiyor. Ancak sınav odaklı yaklaşımı daha ileri yaşlardaki dönemlere ertelemek mümkün olabilir. En azından küçük yaşlardan itibaren yetişen kuşakları sınav stresi içine sokmaktansa ileri yaşlarda sınav stresini yaşatmak çok daha az zararlı olabilir. Üniversiteye girişte ve yıl içinde değişik zamanlarda yapılacak sınavlar aracılığıyla bu stres daha az zararlı hale dönüştürülebilir.
Eğitime dair önemli çalışmaların arefesinde olduğumuzu söyleyebileceğimiz şu günlerde 4+4+4 uygulaması gibi genel düzenlemelere takılıp kalmak yerine eğitimle ilgili daha temel sorunlara odaklanılması gerekiyor. Bu alanda en önemli sorumluluk bakanlık merkez teşkilatına ve siyasi iktidara düşüyor. Eğitim hizmetinin sunumu konusunda en önemli noktada bulunan milli eğitim bakanlığı iç işleyiş itibariyle niteliğini geliştirmediği, sistemi işlevsel hale getirmediği, katılımcı bir yönetim anlayışını güçlendirmediği, merkezi anlayışı terk etmediği sürece genel düzenlemelerle vakit kaybetmiş olacağız. Bu da topluma zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramayacak gibi görünüyor.
Ali Hikmet DEMİR