İbrahim Halil Okuyan
1 Ocak 2012
Milliyetçilik, Renk körlüğüdür…
Anadolu’da, Bu topraklara ait farklı Dillerden şarkılar vardır.
Her biri coşkun bir Irmak,
Her biri bambaşka bir Tat,
Gelip dokunuyor yüreğimize…
Müziğin Evrensel Dili bu…
ÇİNGENE müziğinin ritmi nasıl kanımızı alevlendirirse,
ERMENİCE ezgiler o kadar tanıdık bir hüzündür.
RUM müziği dansa kaldırır bizi.
Mistik bir tatla, evrenin bütün seslerini barındırır sanki ARAPÇA ezgiler.
Dünyanın en dokunaklı ağıtları KÜRTÇE söylenmiştir belki de. Bazen horona davet etse de,
Ağıtın rengi değişmez Lazcada.
SEMAHLAR,
Kerbela’dan bu yana aynı Acıyı haykırır,
Her daim Sevgiye döner.
Türk kökenlidir Türkü;
Sevdayı,
Ayrılığı,
Halayı Harmanlamıştır.
Anadolu dillerinde söylenmiş bütün Ninniler,
Anaların yüreğinden aynı acıyı haykırır,
Aynı sevgiyi bölüştürür Bin yıllardır…
Dünyanın bütün şarkıları aynı ırmakta yıkanır,
Aynı acıdan Su içerler.
Bu yüzden Halklar da, Türküler de KARDEŞTİR.
Neden o zaman bu savaş, Bu yıkım, Dinmeyen gözyaşlarımız? Yetmiş iki milletin boy verdiği bu topraklarda,
Ne oldu da milliyetçilik yükselen değer haline geldi birdenbire?
Milliyetçilik, en iyi niyetli tanımla “kendi milletini sevmek” olarak tanımlanır.
Ama yaşanan olgu, bu kadar saf ve masum olmamaktadır.
Bu “millet sevgisi” giderek dünyaya kapanmaya,
Farklı kültürlere düşmanlığa dönüşmektedir.
Milliyetçiliği, ‘Ezen‘ ve ‘Ezilen‘ olarak kategorize etmek,
Biraz bu kavramın günahlarını örtmeye yönelik beyhude bir çabadır.
Başlangıçta birazcık masum gibi görünse de,
Tarihsel süreç içeresinde Ezilen milliyetçiliğin,
Kolayca “Ezen”‘e evrilebildiğini biliyoruz.
Milliyetçiliğin yolu şovenizme,
Militarizme,
Irkçılığa ve faşizme çıkar nihayetinde.
Küstah ve yavan, üstelik paranoyak…
Milliyetçilik renk körlüğü gibidir.
Kalıtsal bir göz hastalığı olan renk körlülüğü,
Farklı renkleri ayırt edememekle ortaya çıkar.
Genellikle tedavisi mümkün değildir.
Üstelik oldukça ilerlemiş zihinsel bir renk körlüğüdür milliyetçilik.
Bırakın kırmızıyı yeşili seçememeyi, siyah-beyaz görmektedir hayatı.
Dünyayı, sadece görebildiği renklerden ibaret sanmaktadır.
“Yer Kırmızı, Gök Beyaz”’dır.
Anadolu, yetmiş iki milleti bir arada barındıran hoşgörü ülkesi olarak tarif edilir ki, güzel bir tariftir bu.
Sonradan yetmiş iki buçuk demeye başladı kimileri.
Çingenelere kıyak geçilmiş, “yarım millet” olarak kabul edilmiştir.
Bu milliyetçi lütuf,
Özünde büyük bir trajediyi barındırır aslında.
Başka toplumları inkâr etme ya da yarım sayma küstahlığını da.
Renk körlüğünün tedavisi
Ülkemizde tek dil, tek din, tek mezhep, tek ulus dayatması;
6-7 Eylül olaylarını,
Dersim/Maraş/Çorum/Sivas/Gazi katliamlarını yaratmadı mı? Ülkemizin doğusunu yangın yerine çevirmedi mi?
Ürkek güvercinler bile, gün ortasında vurulmadı mı kentin kalabalık meydanlarında?
‘Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar’,
Madımak ‘ta diri diri yakılıp Zirve Yayınevi’nde koyun gibi boğazlanmadı mı?
Bugün ülkemizi mesken tutan çeteler, Susurluk/Şemdinli/Ergenekon gibi derin örgütlenmeler,
Hep bu renk körlüğünün eserleri değil midir?
Renk körlüğümüzden kurtularak tüm öteleyip susturduğumuz farklılıkları kucakladığımız gün,
Yetmiş iki rengin gökkuşağı gibi yan yana gelerek halaya durduğu çiçek bahçesine dönecektir Anadolu.
O zaman göreceğiz,
Hiçbir rengin tek başına anlamlı olmadığını,
Renklerin yan yana gelerek, iç içe geçerek güzelleştiğini…
İşte o gün bu topraklarda,
Aynı göğün altında,
Hıdırellez ile Newroz’un,
Paskalya ile Ramazan’ın “Aşure olduğu” görkemli bayramlar kutlanacaktır.
Halklar, tüm Anadolu dillerinden barış şarkıları söyleyecektir tek bir ağızdan…
*Alıntı
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
1.Ocak.2012 Şanlıurfa