İbrahim Halil Okuyan
21 Ekim 2011
Yaşam sürecimizin daha hatırdan silmediği geçmiş yılları şöyle bir Düşünüpte, zihnimizi yoklayacak olursak, birçoğumuz “Bakkal Amca” ların işlettiği, hemen yakınımızda günlük zorunlu ihtiyaçlarımızı karşıladığımız, küçük olmalarına karşın, her türlü gıda ve evlerimizle ilgili sarf malzemelerini kolaylıkla bulabildiğimiz, “Dükkanlar”ın var olduklarını, hiç değilse bir dönem hayatımız için nasıl önemli bir yer tuttuğunu anımsarız
Şimdilerde sayıları gittikçe azalıp, halen bulunuyor olsalar da günümüz ekonomik koşullarında, büyük sermaye sahiplerinin oluşturduğu Süper Marketlere karşı, yoğun rekabet nedeniyle son bir dirençle ayakta kalmaya çabaladıkları da bilinmektedir..
Bilhassa Memur-İşçi vatandaşlarımızın ikamet ettikleri semtlerde, Alışverişleri için buraları özellikle tercih etmelerinin,
Kendilerince çok mühim bir sebebi vardı..
Çünkü bu dükkân sahiplerinin güveni oranında,
Müşterilerine açmış oldukları “Veresiye Defterine”,
Maaş zamanlarına denk düşen ödeme taahhütleriyle,
Kayıtlarını yaptırabiliyorlardı.
Geçmişten şu an ki zamana doğru,
“Veresiye” alışverişin,
Bu dükkânlardan yavaş yavaş kaldırılmasına ilişkin “veciz(!)” sözlerle süslü,
Çerçevelenmiş yahut da bir kağıda yazılı olarak,
Müşterilerin gözünün görebileceği bir yere iliştirilmiş..
“İlk başlarda. Bir yanında, içerisinde farelerin yuvalandığı,
Tamtakır bir kasanın başında, üstü-başı perişan olmuş,
Üzüntülü ve düşünceli satıcı profilinin olduğu, ”Veresiye verenin Hali”.
Hemen yan bitişiğinde ise.
Koltuğuna keyifle kurulmuş, kasasından dışarı para destelerinin taştığı mutlu ve huzurlu satıcı tiplemesinin resmedildiği,
“Peşin satanın Hali ”ni hicveden o meşhur “Tablo” yu görmemiş olanımız yoktur sanırım..
Veresiye usulü bilindiği gibi eskilere dayanmakta..
Genellikle her mahallenin bakkalından da,
O muhitin insanları bu “Veresiye Defteri”ne kaydolarak,
İhtiyaçlarını gidermekte,
Borcunu da,
Maddi imkânları ölçüsünde zamana yayarak,
Esnafın durumunu göz önüne alarak,
Elden geldiğince,
Kendisine sağlanan krediyi tüketip,
Güveni sarsmayacak şekilde,
Karşılıklı rızaya dayalı olarak işleyen bir düzenle alışverişlerini yapmakta idiler..
Ama öyle bir zamanlar da vardı ki..
Adını sadece dükkân sahibi sorduğunda kendisini örneğin Abdullah diyerek tanıtan,
O mahallede,o yörede hiç kimsenin tanımadığı birisi,
Artık el ayağın ortalıktan çekildiği bir vakti gözeterek,
Dükkandan içeri adımını Allah(CC)’ın selamıyla atardı..
“Es-Selamu Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berekatuhu..”
“Ve Aleyküm Selam Ve Rahmetullahi Ve Berekatuhu..buyrun hoş geldiniz..”
“Veresiye defteriniz vardır.
Bir zahmet çıkarıp toplayabilir misiniz ?..”
Bakkal sahibi, önündeki para çekmecesinin altında,
Her daim hazırda olan,
Veresiye hesapların kayıtlı olduğu bu defteri çıkarır ve toplamaya başlarmış..
Bir mahalle dolusu insanın,
Sair zamanları da kapsayan alışverişleri için,
Ancak özellikle tercih edildiği aşikâr olan bütün Ramazan ayı boyunca Yapmış olduğu alışverişlerinin sonucu,
Birikmiş ne kadar hesabı varsa,
İşte o toplamanın sonucu ortaya çıkan yekûn,
Bu tanınıp bilinmeyen kişinin önüne konulurmuş..
“Şu kadar insanın aldığı malın hesabı” Toplamı şu tutmuş !..
Ne bir pazarlık, ne de başkaca bir söz..
Defterde yazılı bütün borç ödenir,
Defter ise; bu eylemi-bu güzel hasenatı Allah(CC) rızası için üstlenen, yabancıya “Allah(CC) kabul buyursun” duasının ardından teslim edilir ve o geldiği gibi kaybolur gidermiş..
Allah(CC)’ın bu sevgili kulu,
Bir elin verdiğini öbür elin haberi olmayacak şekilde,
Kimseciklere de duyurmadan,
Dünyada kalacak dünya malının ağırlığından kendisini kurtarırken, Sildirdiği defterin ağırlığınca da,
“Amel Defterine Yüklüce” bir yatırım yapmış olurmuş..
Dükkân sahibi alacağını tahsil etmiş,
Adını sanını bilmedikleri bir hayırsever tarafından mahalleli de,
Borç yükünden kurtulmuş olurmuş.
Ya böyle işte.
Bir zamanlar veresiye defterlerinin kabarık olmasından dolayı dükkan sahipleri çok endişelenmezlermiş..
Geçmiş dönemlerde “Gerçek Bir Millet” olduğumuzun ispatı niteliğinde Benzer bir olayla yazımızı sonlandıralım.
Yıl 1915…
Çanakkale’de kızılca kıyametin koptuğu günler…
Aylardan Mayıs…
Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı,
Her günkü gibi mektepten içeri girer.
Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma bile karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak;
“Hocam,
Mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler,
Ama siz hala buradasınız!
Biz de gitmek istiyoruz,
Fakat yaşımız tutmuyor,
Söyler misiniz bize,
Vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?”
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.
Arkadaşlarıyla,
Talebeleriyle vedalaşır,
Evine gelir.
Ahmet Rıfkı’nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır. Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.
Durumu annesine anlatır,
Ondan hakkını helal etmesini ister.
Ardından mahallenin bakkalı,
Güngörmüş bir zat olan Selâhattin Adil Efendiye uğrar ve şöyle der:
“Selahaddin Amca, Allah’ın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum.
Senden isteğim,
Anamı iaşesiz (yeme, içme) bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!”
Çeşitli cephelerde savaşa katılır.
19 Aralık 1915 günü şehit olur…
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım olduğundan hadiseyi tevekkülle karşılar.
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.
“Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın!” der.
Selahaddin Efendi şöyle cevap verir:
“Ayşe Hanım,
Sen okuma yazma bilmezsin,
Okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!”
Bunun üzerine Ayşe Hanım,
Komşusunun kızı Gülşah’la birlikte dükkâna gider.
Selâhaddin Adil Efendi,
“Ahmet Rıfkı” bölümünü açarak,
Veresiye defterini Gülşah’ın önüne koyar!
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir.
Şöyle yazıyordur defterde:
“Bu hesap “Ahmet Rıfkı’nın kanıyla ödenmiştir”, Vesselam!”
Sözün Özü
“Mallarını Allah yolunda kullanıp,
Sonra harcadıklarının peşinden bunları başa kakmayan ve eziyet Etmeyenlerin mükâfatı,
Rab’leri katındadır.
Onlara korku yoktur.
Ve mahzunda olacak değillerdir.”
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
21.Ekim.2011 Şanlıurfa