İbrahim Halil Okuyan
16 Şubat 2011
|
Bir Japon, İstanbul’da geçirdiği bir haftanın sonunda fikri sorulduğunda şunları söylüyor:
“Türklerin evine gittiğinizde,
Tanımasalar da buyur ediyorlar.
Siz oturmadan kimse oturmuyor.
Siz sofraya geçmeden kimse geçmiyor.
En iyi yere sizi oturtuyorlar.
Siz yemeğe başlamadan kimse başlamıyor.
Zorla her yemekten tattırıyorlar.
Siz kalkmadan kimse,
Evin çocuğu bile sofradan kalkmıyor.
Çay, kahve, meyve, ikram bitmiyor.
Herkes sizi rahat ettirmek için uğraşıyor.
Kumandayı elinize veriyorlar.
Sırtınıza, altınıza yastık konuyor.
Yorgunluktan ölseler bile siz kalkmadan kimse gidip yatmıyor.
Gitmeye yeltendiğinizde bu kez bırakmıyorlar.
Yataklarını veriyorlar,
Kendileri kanepede, koltukta yatıyor.
Sonra evden çıkıyorsunuz ayni adamlar 180 derece değişiveriyor.
Herkes arabasını üstünüze sürüyor.
Arabanın burnunu çıkarmazsanız kimse yol vermiyor.
Kornalar, küfürler.
Şerit değiştirmek bile mümkün değil.
Yayaysanız ışık olmayan bir geçitten mümkünü yok
geçemezsiniz.”
Japon’un tespitine katılmamak mümkün değil.
Çünkü Ortadoğu toplumlarında belleklere örf ve gelenek kuralları egemendir.
İlk bölümdeki hareketlerde insanlar; anne-babalarından ve dede-ninelerinden gördükleri ve peşinen kabul ettikleri hal ve davranışları tekrarladılar.
Ama kentleşme ile birlikte;
Araba,
Korna,
Trafik vb konularda büyüklerinden bir şey öğrenemediler,
Kuralları da bilmiyorlar,
O yüzden şaşkınlar ve bocalıyorlar,
Siz kızınca neye kızdığınızı da anlamıyorlar.
Onları anlamak zorundayız.
Yaz aylarında kanala girerek boğulan gençlerde de sorun aynı.
Köyünde içme suyunu dahi bulamayıp sarnıç suyu içen bir Çok insan kente gelince;
Kanaldaki suyun soğuk olduğunu,
Girince şok etkisi yapacağını,
Kanalın kenarlarının kaygan olduğunu,
Akıntıda sürüklenebileceğini,
Yüzme bilmeden suya girmenin tehlikeli olacağını,
Ancak arkadaşı boğulunca anlayabiliyor.
Her halde birilerinin bu durumda; yani daha önce kentte yaşayanların ve kamunun bunda büyük sucu ve görevi olmalı.
Bazı gerçekleri yaşayarak değil de eğitimle öğrenmek daha çağdaş bir yoldur.
Empati yapmalıyız.
Sorun zaman ve eğitimle aşılabilir.
Sonuç olarak evrensel değerleri öğrendikçe geleneksel değerleri kaybediyoruz.
“Bir uçta doğu, Bir uçta batı.
Bir uçta kağnı, Bir uçta füze.
Bir uçta yumruk, Bir uçta atom.
Sırtımız kavi, Yüreğimiz pek.
Merih’te balayı, Yerde diskotek.
Devir füze devri yavrum,
Yok ikisinin ortası,
Yok orta halli,
Tahterevalli, tahterevalli”..
Tahterevalli gibi “Evrensel ve Geleneksel Değerleri” dengede tutabilmeliyiz.
İyiler ve iyilikler sizinle olsun..
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
13.Şubat.2011 Şanlıurfa