Sabri Dişli
11 Ocak 2007
Bir cenaze merasimi düşünün; cenaze cemaat omzunda mezarlığa doğru gidiyor. Arkada cenaze marşı çalması gereken orkestra, birden uzun hava taksimi çekiyor. Orkestranın solisti elini kulağına götürüyor… Asılıyor uzun havaya: DÜNYASINAAA… GÜVENMEYıN DÜNYASINA… DÜNYASINA GÜVENıN DAHA DÜN GıTTıK YASSINA “Beynelmilel” adlı filmin sadece bir sahnesini anlatmaya çalıştım. (Ard arda beyazperdeye aktarılan 12 Eylül çeşitlemeleri (Babam ve Oğlum, Eve Dönüş) arasında nahif bir yere oturan Beynelmilel, 1982 Adıyaman’ında bir grup yerel müzisyenin (gevende) başından geçen olayları merkeze alarak, aslında, 12 Eylül’ün, “herkesi bir şekilde, bir yerinden etkilemiştir” tezini işliyor. Film, 1982 yılında Adıyaman’da bir grup yerel müzisyenin başına gelen traji-komik olayları anlatıyor. Hikâye, kışla mantığının sosyal yaşama dayatılması nedeniyle ortaya çıkan absürd durumları bir grup yerel müzisyenin etrafında anlatıyor. (haber x) Beynelmilel çekimi için; Adıyaman, Urfa, Tarsus arasından Tarsus seçilmiş… “Lorke”nin bile yasak olduğu 12 Eylül’ün en sert estiği dönemde 1982 yılında geçiyor öykü… Filmin adı “Beynelmilel” yani “Enternasyonal” veya uluslararası… O dönemde devrimci gençlerin dillerinden düşmeyen Enternasyonal marşın bir törende söylenmesi üzerine kurulu… Hatırladığım kadarıyla Türkçe’ye uyarlanmıştı: 1 Mayıs… ışçinin, köylünün, emekçinin bayramı Devrimin şanlı yolunda ılerleyen halkın bayramı * Kominizm baharla birlikte gelirdi ya o yıllarda… Önlem almak gerekirdi; yasaklar koyarak(!) ışte o günün yasaklar zincirinin vurduğu, trajikomik bir öykü “Beynelmilel” Hele filmin sonundaki bir sahne var ki… Anlatmakla olmuyor. Sinema seyri zevkinde izlemek lazım… O günlerin yasakçı zihniyetinden: kıyıdan, köşeden de olsa nasibini almış, yaşı otuz beş ve üstü olan herkesin “Beynelmilel” filmini görmesini tavsiye ederim. Özelikle yasakçı zihniyetin ve ifade özgürlüğünün önünde dinozor gibi duranların; bu filmden alacağı çok ders olsa gerek… “Beynelmilel” de konsomatris rolünü üstlenen, filmin her tarafında çok emeği geçmiş, Asmalı Konağın da senaristi Meral Okay’ın deyişiyle; “Bize ailemizde, vicdanlı, şefkatli olmanın, adalet duygusunu yüksek tutmanın çok önemli olduğu öğretildi. şefkat olmazsa derin yaralanmalar olur. şefkati ise vicdan besler. Bir olaya müdahil olmamak sende vicdani rahatsızlık yaratmıyorsa, insanların acılarını anlamak için çaba harcamıyorsan şefkatin yok demektir. Hepimizin yaralarını şefkat saracak. Seyirci filmde hem naifliği, hem de zekâ ve vicdanı görür inşallah.” (Radikal Cumartesi, şule Çizmeci’nin söyleşisi) Dedim ya anlatmakla olmuyor. Filmi izlemek gerek… ***** Uçan kuşa borcum var Ne zaman kar düşse yere… Toprak görünmezse… Beyazın körlüğünde. Günah korkusuyla nimetin… Atılmışsa köşeye… Bir parça ekmek unutulmuşsa… Taka kenarında Onca beyaz arasında siyah nokta… Zıplarsa ekmeğe doğru… Bilirim ki; o zevzirdir… Çocukluğumda pusuya yattığım günleri anımsarım… Kedo dayının arabasını çeken tay vermekten döl yatağı tükenmiş, eski yarış atının doru kuyruğundan çekerek kopardığım kıldan yapılmış faka düşürdüğüm, ciyaklayan yardım sesine aldırmadan kafasını koparıp arkadaşlarla; zar zor yandırdığımız küflü gazetenin, isli alevinde pişirdiğimiz zevzirler gelir aklıma… Ne zaman kar yağsa, beyazların saflığındaki o siyah noktacıklar zıplar, utancıma doğru… Bundandır her kar yağdığında; Kepekçi Abdo misali sokaklardan evden topladığım ekmekleri üstü kardan arınmış, küçük toprak alancıklara atarım… ızlerim alacaklılarımı: Önce serçelerin cesareti düşer ekmek kırıntılarının üzerine… Sonra Soğuktan hu! çekmeye takati kalmamış Yusubututanlar gelir… Kutsiyetinden aldığı cesaretle, salına salına yürür ekmeğe doğru… Kîytler iner usul usul süzülerek… En büyük lokmayı kapma telaşı başlar… Birden bir serçe havalanır… Pırpırlayarak kanat sesleri, korku melodisi gibi yankılanır. Darmadağın olmuştur kümeler… Soğuğun verdiği titrekliğe, şiddetin kaygısı da katılmıştır… Her biri bulabildiği bir dala konmuş yerdeki ekmek birikintisine konan koca siyah kargaya bakarak. Git! Sana borcum yok, desem de, anlamaz laftan… Karga. O yıl yine uçan kuşa borçlu kalırım. Ve her kar yağdığında can borcumu bitmez tükenmez senetlerle ciro ederim kuşlara… ılla da zevzirlere… ıki gıdım ekmek parçası… Bulabilirsem eğer bir avuç bulgur veya buğday dökerim… Biliyorum, hep borçlu kalacağım… Ekmek kırıntısıyla ödemeye çalıştığım can borcuna… Bir yıl daha geçer kar beyazında saçlarımı tel tel mesken tutarak… Biri yıl daha ardı ardına… Ve o gün gelir icra memuru dayanır kapıya… O gün taksirat ve tahsilât günüdür. Uçan kuşa borçların… * NOT: Bu yazıyı geçtiğimiz hafta urfa com sitesinde okuyan Kardeşimi seç temsilcisi ki; Funda Ateşoğlu çok beğenmiş (bende onu kardeş olarak seçmiştim) Edebiyat ve sanat derneğinin www.ozgurpencere.com sitesine göndererek yayınlanmasını sağlamış… Sağ olsun. Ayrıca Ömer Salih kardeşimiz kendi radyo programında yazıyı okumuş… Reklâmlarımı izlediniz(!)