Cüneyt Gökçe
3 Aralık 2010
Yıl 1986… Temmuz ayının son günleri…
İstanbul’daki öğrencilik serüvenimizin çeşitli aşamalarda devam ettiği yıllardı. Çok kıymetli komşumuz Cevdet Bey ve eşi Rukiye Hanımefendiyi mübarek hac yolculuğuna uğurluyorduk. Yaşlı olan bu komşularımıza karşı bir nevi evlatlık vazifemizi yerine getiriyorduk. Zaten çocukları olmadığı için biz evlatları sayılırdık. Uçağa binecekleri son anda Rukiye teyzenin dudaklarından ağlamaklı bir biçimde dökülen şu sözler içimi yaktı:
—Ah yavrum Cüneyt, keşke sen de bizimle beraber olsaydın…
Rukiye teyzenin bu içten ve samimi talebiyle birlikte içimdeki hac hasreti derinden alevlendi; maddi imkanlar el vermiyordu, ancak gönül çok arzuluyordu. Benim de üzüntülü ve ıslak gözlü cevabım şu oldu:
—Keşkeee! Ama nerdeee sevgili teyzeciğim; imkanlar müsaade etmiyor ki!…
Uğurlamanın ardından boynu bükük bir şekilde eve döndüm. Rukiye teyzenin feryadı hala kulaklarımdaydı:
—Ah yavrum Cüneyt, keşke sen de bizimle beraber olsaydın…
Tevafuk olacak ya o akşam katıldığımız sohbette hac konusu işlendi ve bu sohbet de yaramıza tuz-biber oldu. Sohbetin bitiminde bir arkadaş, Suudi Konsolosluğuyla irtibata geçildiği takdirde “serbest vize” alınabileceğini söyledi. Özellikle dil problemi olmayanlar için bunun daha da kolay olduğunu belirtti. Ertesi sabah ilk işim bu konuyu araştırmak oldu; gerçekten de bir “gidi-geliş” uçak bileti ibraz edebildiğim takdirde “serbest vize” alabileceğim ifade edildi. Hac günlerine ait THY bileti alamadığımdan Ürdün Hava Yollarından Amman bağlantılı bir bilet alabildim. El-Hutut el-Ceviyye el-Aliye’ye ait gidiş İstanbul-Amman-Cidde; dönüş Cidde-Amman-İstanbul biletimi ibraz edip “serbest vize”mi alarak hazırlıklara başladım.
Evet, serbest vizem elimdeydi; hiçbir organizasyona bağlı olmadan kendi çabalarımla hacca gidebilecektim. Yıllardır hiç görmeden ona yönelerek namazlarımı eda ettiğim Kabe’yi –nasipse– dünya gözüyle görebilecektim.Resulullah’ın mübarek Ravzasını ziyaret edebilecek bastığı toprakların havasını ve kokusunu teneffüs edebilecektim. Safa, Merve, Mina, Müzdelife ve Arafatı seyredebilecek Zemzemi doyasıya yerinde içebilecektim.
…ve o gün geldi çattı. Heyecan dorukta. Ayaklarım yere basmıyor sanki. Kalp atışlarım temposunu yükseltmişti. Dakikalar saat, saatler gün gibi uzamaya başlamıştı. Yelkovan akrep ağılığına bürünmüş; akrep ise durmuş gibiydi. Uçuş saatimiz yaklaştıkça heyecan katlanıyor ve bir garip vaziyete bürünüyordum. Uçağımız Amman’a doğru havalandığında zaman-zaman kendimi rüyada hissetmeye başladım. Kendimi yoklama ihtiyacı hissediyordum. Ama rüya değil gerçekti. O diyara doğru hareket halindeydik. Amman’dan Cidde’ye hareketimiz ise kalpleri durduracak gibiydi.
…ve kabin görevlisinin fasih bir Arapça ile samimi anonsu:
–Değerli misafirlerimiz –Allah’ın yardımı ve desteğiyle– Cidde havaalanına inmiş bulunmaktayız. Başka bir seferimizde yine birlikte olma dileğiyle yüce Allah’a emanet olunuz. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun…
Gece yarısına doğru indiğimiz Cidde Havaalanında geceye rağmen hissedilir bir sıcaklık vardı. Ancak içimizdeki sıcaklık ve heyecan o sıcaklığı fark ettirmiyordu. İşlemlerimiz bittikten sonra bizi Mekke’ye götürecek bir otobüse bindik ve Mekke’ye doğru yol almaya başladık.
Mekke girişinde bulunan Pasaport Kontrol Merkezi’ndeki Türk hacılar dikkatimi çekti. İşlemlerin bitmesini beklerken muhabbete başladık. İstanbul uçak hacıları olduklarını öğrenince heyecanım daha da arttı. Cevdet Bey ve Rukiye teyze aralarında olabilirdi. Meğerse Mekke’ye giriş yaptığımız o gün, onlar da Medine’deki günlerini bitirip Mekke’ye giriş yapıyorlarmış. Takdir-i Huda sebepleri bir araya getirerek bizi orada buluşturdu. Kısa bir araştırmadan sonra Cevdet Bey’i buldum; ilk tepkisi şu oldu:
—Kardeş, ben şu anda rüyada mıyım, acaba?
Gerçekten beni karşısında gördüğüne inanamıyordu. Daha sekiz-dokuz gün kadar önce onları uğurladığımızda böyle bir planlamamız yoktu. Her şeyi aniden gelişmişti. Allah ikram ve ihsanda bulunmuştu. Daha da önemlisi Rukiye teyzenin o samimi duası dergâh-ı ilahide makes bulmuş ve kabul görmüştü.
Kısacası, samimi ve halis niyetin bereketi olduğu gibi, samimi duanın da kerameti vardır.