Bülent Okutan
21 Kasım 2010
20 ve 25 Kasım tarihleri hepimiz için çok çok önemli iki şey için büyük anlam ifade ediyor.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesinin imza tarihi ve Çocuk Hakları Günü.
25 Kasım ise Uluslararası Kadına Şiddete Hayır Sözleşmesinin imza tarihi. Yani o da bir yerde Kadın Hakları Günü.
20 Kasım sessiz sedasız geldi geçti. Dünyayı bilmem ama Türkiye’de gazetelerin yazı devamı sayfalarının en alt kısımlarında, tek sutüna on santimlik bir haber olmanın bile ötesine geçemedi. Üstelik denk geldiği bir bayram günü. Yani çocukların en çok hatırlandığı ve mutlu edilmesi gereken bir bayram günüydü.
Şimdi sırada 25 Kasım var. Muhtemelen o da sessiz sedasız hatırlanıp bir kaç STK’nın bir A4 kağıtlık açıklaması ve söyleminin ötesine ulaşamadan gelip geçecek.
Oysa bu ülke Çocuk Haklarının en çok ayaklar altına alındığı bir coğrafyada. Keza aynı şekilde Kadına şiddetin de en ölçüsü kaçık diyarlarından biri iken. Çocukları eti senin kemiği benim diye ırgatlığa yollayıp, Kadını şiirlerinde sofrada öküzden bile sonraya oturtan.
Çocuk haklarının korunması için son yıllarda bazı olumlu adımlar atılmadı değil. Ama hepsi ya söylemlerde kaldı, ya da idealist bir kaç yöneticinin çabalarının gölgesinde. Hala minik eller tüm ceza-i müeyyidelere rağmen tarlalarda kurdun kuşun börtü böceğin arasında pamuk topluyor, gres yağları içinde civata sıkıyor.
İçişleri Bakanlığı Trafik Suçlarında yıllık tahmini rakamlar oluşturup bu ,oranin yakalanması için park cezaları kesim sayısını ayarlarken, Çocuk işçiliği suçu işlendiği için kesilmesi gereken cezalar, siyasi torpiller ve engellemeler yüzünden sözde kalıyor. Ve geleceğimiz olan o küçük insanlar tarlalarda, atölyelerde köreliyor, harcanıyor.
25 Kasımlarda sözde hatırlanacak olan kadınlarımız içinde tablo farklı değil. Adalet Bakanlığı verilerine göre; töre ve namus cinayetlerinin de aralarında bulunduğu değişik nedenlerle öldürülen kadın sayısı 2002 yılında toplamda 66 iken, bu sayı her yıl artarak 2004’te 164’e, 2005 yılında 317’ye, 2006’da 663’e, yükseldi. 2007 yılında ise 1.011 kadın öldürüldü. 2009 yılının sadece ilk 7 ayında 953 kadın cinayeti işlendi. 15 bin sanığın ancak 3’te biri cezalandırıldı. Cezalandırılan faillerin hemen tamamı ise ‘’haksız tahrik” indiriminden yararlanarak hafif cezalar aldılar.(Kaynak TTB)
Halen yetişkinlerde en ucuz iş gücü potansiyeli olarak kadınlar görülüyor. Siyasi ortamda komik rakamlarla temsil oranına sahipler. Şiddet ile ilgili olarak kadının mağdur taraf olduğu bir çok davada tahrik hep ön plana çıkarılıyor ve cezalar karşı cins için neredeyse damping yapılarak dörtte birlik oranlara bile inebiliyor bu ülkede. Aynı ülkede birileri örtünme gereksinimi üzerinden siyaset yapmaya çalışırken bu at gözlüklü bakış açısını eleştirmesi gereken bir takım medya, bunun yerine baldır bacak şovlu TV programları ile reyting toplamaya çalışıyor, arka sayfa güzeli fotoları ile insanlığın bu diğer yarısını metalaştırmayı sürdürüyor.
Peki bu iki değerimiz için sadece bizmi bu kadar duyarsız, sorumsuzuz.
Hayır. Tüm dünya öyle.Size basit bir örnek vereyimmi?
Konu ile ilgili olarak araştırma yaparken şu ilginçlik gözüme çarptı;
Dünya Çocuk Hakları ile ilgili çalışmalara 1924 yılında Birinci Dünya Savaşının bitiminde başlanmış. Sözleşme araya ikinci savaşın girmesi nedeniyle 1939’dan 1948’e sarkmış ve ta 1959’da Nihai şekil verilmiş.Yani bu kadar önemli bir konu 34 yılda sözleşmeye bağlanmış.
Kadına Şiddete karşı çıkış için ise 1960 Yılında üç kadının (Mirabel Kardeşlerin) Dominik Cumhuriyetinde (nasıl cumhuriyet ise) dikta rejimine karşı çıkıp hak aradıkları için tecavüz edilip vahşice öldürülmeleri kıstas alınmış. Ve Kadına Şiddete Hayır Günü 1999 yılında yani bu seferde tam 39 yıl sonra sözleşmeye bağlanıp hakları kalem altına alınmış. Yani insanlık çocukları ile kadınları için otuz kusür yıl bir araya gelememiş, sadece laf üretmiş.İki sözleşmeyi güçlükle karara bağlamış.
Peki o karar alma süreci sanki 30 kusür yıl sürmüşde ne olmuş. Burada önemli olan bizlerin yani insanlığın, çocuklarımız, kadınlarımız için o tarihlerden sonraki yıllar boyunca ne yaptığı?
Cevabı net;
Koca bir hiç…
Onları da o en narin bedenleri de, haklarını da, çiğnemeye devam etmişiz ve senede bu iki günü, hatırlamayı, haklarını masaya yatırmayı, tartışmayı bile çok görmüşüz, hepsi bu.