Deniz Güney
10 Kasım 2010
Geçen Kurban bayramından geriye kalan kurbanlık boğaların halleri sanırım halen hepimizin hafızalarından silinmemiştir.
Bedeninin ağırlığını taşımaması için arka ayakları kırılmış; kanlar içinde debelenen o boğanın hali ve etrafındaki insanların yüz ifadeleri insanlığımdan utandırmıştı beni.
Yine bir çok Urfalı acaba bu Kurban Bayramında da aynı haller yaşanır mı diye kara kara düşünüyordur.
Bende her Urfalı gibi yaşanmaz inşallah diyorum. Son yıllarda koç yerine kurbanlık boğaların tercih edilmesi hiç şüphesiz hepimizin dikkatini çekiyordur.
Yıllar önce rahmetli babamın koç yerine büyükbaş hayvan kesiminin artışını fark ederek, “Eskiden böyle bir şey yoktu. Sadece koç kesilirdi oğlum” dediğini hatırlıyorum.
Birisinin artık çıkıp yüksek sesle söylemesi gerek.
Bu Kurban Bayramı değil zulüm bayramı!..
Zira amacı Allah’a yaklaşmak yerine önce midelerini sonra buzluğunu etle doldurmak olanlardan iğreniyorum.
Her geçen yıl şahit olduğumuz görüntüler; kurulan hayvan pazarlarında koç yerine büyükbaş hayvanların sayısının artması neyin işareti Allah aşkına?
Böylesi bir zulüm ve vahşet insana yakışır mı?
Böyle bir şey İnsanı Allah’a Uzaklaştırır mı, yaklaştırır mı? Varın siz düşünün.
Büyük kanalların kepazelik dolu haber bültenlerinden umudumuz elbette yok.
Görünen o ki onlar da bu manzaraya alışmışlar.
Ver kanlı görüntüleri, koy müziği, gelsin reyting…
Zaten bu vahşetin yıllar içinde sıradanlaştırılmasıyla halkımız bu hale gelmedi mi?
Urfa’da kurbanlık boğanın yol ortasında işkence edilerek yıkılmasında sembolize olan “kurban halleri” hangi din âlimi tarafından nasıl savunulabilir ki?
Ben gene söyleyeceğimi söyleyeyim.
Mesele Allah’a kulluk olmalıdır. Kurban ibadetini yerine getirmek olmalıdır. Yoksa mesele kurbanlığa işkence olmamalıdır. Mesele kan akıtmak olmamalıdır.. Mesele et istiflemek olmamalıdır. Müslümanlık bu değildir. Olamaz.
Kurbanlığa işkence açık bir zulümdür.
Bu yüzden bu bayram eve kapatacağım kendimi…
Aslında her kapanış içsel bir yolculuktur benim için.
Bu yolculukları giderek daha çok seveceğim.
Filmlere, internete, yazılara, dostlardan gelen mesajlara bakacağım..
Bazen böylesi sessizlik anlarında, ansızın bir gece vakti, gelen tek bir mesaj, okunan tek bir satır sizi rahatlatabilir. İster istemez insana; yaşama; sizi çevreleyen değerlere derinlikli bir bakışla yaklaşıp gerçekliğe teslim eder.
Her halde bu bayram eve kapatmazsam kendimi, yine sokak ortasında kesilen kurbanlıklara, acemi kasaplara, hamile hayvanların kesilmesine ve işkence yapılan kurbanlıklara şahit olurum diye korkuyorum.
Kurban denince aklımıza ilk gelen hiç şüphesiz Hazreti İbrahim ve İsmail’in hayat hikâyesidir. Biz ki Hz. İbrahim’in doğduğu şehirde yaşıyoruz. Her üç Urfalıdan birinin ismi ya Halil yada İbrahim. Yani Urfa İbrahimlerin şehridir. Bu yüzden aslında kurban sözcüğünün içini en iyi biz Urfalılar doldurmalıyız.
Hz. İbrahim’i İbrahim yapan önce candan geçmesi, ateşe atılırken hiç tereddüt etmeyip tam bir teslimiyetle “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” diyebilmesi, sonra da ciğerparesi oğlu İsmail’den geçebilmesiydi.
Hazreti İbrahim; birçok mücadeleden, imtihandan başarıyla çıkmış, Allah yolunda babasından ayrılmayı, kavmiyle ters düşmeyi, canını kurban etmeyi göze almış örnek peygamber.
Hazreti İsmail ise; İbrahim’in yıllar sonra doğmuş, kendisiyle aynı dini paylaşan itaatkâr oğlu.
Yani her ana-babanın “gözümün nûru, sana kurban olurum” diyeceği bir evlattı.
O biliyordu ki, kurban olacaksa sadece Allah’a olmalıydı.
Hiç olmazsa bu kurban bayramında kurbanlıklara zulüm etmeyelim. Kurban bayramını bayram tadında yaşayalım.