Remzi Mızrah
2 Temmuz 2010
Şanlıurfa bir “Tarih şehri” desem kimse itiraz etmez çünkü kaynaklar bunu gerçekten kanıtlayacak yığınla bilgiyle dolu. Aynı şekilde “Şanlıurfa bir mimari şehri” desem sanırım yine itiraz eden olmaz. Çünkü muhteşem yapılı evleri çeşitli uygarlıklardan kalma mimari yapıları bu etiketi de sağlıklı bir şekilde taşıtır Urfaya. Ama camilerin çokça bulunduğu bu şehirde teneke minareler bu mimariyle bütünlük sağlıyor desem, sen kafayı mı yedin diye itirazlar yükselir hemen.
Son birkaç yıldır mimari dokunun tahribiyle ilgili gündemi sürekli meşgul eden bir sorun sürekli karşımıza çıkıyor; “Teneke Minareler”.
Ben bunları yapanların kafasında; “Minareyi tenekeden yapıp şehrin tarihi dokusunu bozalım!” diye bir düşünce geçtiğine hiç ihtimal vermiyorum kısacası niyet iyi ama yapılan iş pek iyi değil. Bu birazda bu konuda toplum olarak yeterli bilgiye sahip olmamamızdan kaynaklanıyor sanırım. Bu konuda toplum sağlıklı olarak bilgilendirilse, minarenin anlamı, neyi ifade ettiği sağlıklı bir şekilde anlatılmış olsa belkide ibadet yapmak için minarenin olmazsa olmaz bir unsur olmadığında ittifak edebiliriz.
Bakın İslam ansiklopedisi minareler hakkında ne diyor;
Minare kelimesi ışık veya ateş çıkan, görünen yer anlamındaki Arapça “Menare” kelimesinden gelmekte. Minarelerin kökeninin orta Asya ve İran’daki işaret ve haberleşme (ateş) kulelerine, Suriye’deki gözetleme ve çan kulelerine, Akdeniz ülkelerindeki deniz fenerlerine veya doğudaki Hint zafer abidelerine dayandığına ilişkin farklı görüşler vardır.
Hz peygamber döneminde Mescid-i Nebevi’nin minaresi yoktu. Ezan okumak için “Üstüvane” (silindir) denilen özel bir yer bulunmaktaydı. Bunun yanında ezan okumak için mescidin çevresindeki bazı yüksek yerler kullanılıyordu. Camiye minareyi ilk ekleyen kişi Emevi halifesi I. Muaviyenin Mısır valisi Mesleme b. Muhalled’dir.(678) Minareler genellikle taş tuğla ve ahşaptan inşa edilmiştir.
Minareler, camilerde namaza çağrıyı bildirmek ve sala okumak için inşa edilmiş ana yapıdan yüksek tasarlanan yapılardır. Camilerde minare ihtiyacı teknolojinin henüz olmadığı İslamiyet’in ilk dönemlerinden 20. yy.’ın ilk yarısına kadar, ezanın uzak yerlerden duyulmasına imkân sağlamak için yapılmışlardır. Camilerde minare zorunlu bir yapı parçası değildir. Abdulgani Nablusi Minare yapmanın müstehab* olduğunu söylemiştir.
Kısacası İslam’ın ayırıcı mimari yapılarından olan minareler, çeşitli İslam uygarlıklarında farklı yorumlarla, farklı mimari unsurlar katılarak estetik güzellik ve mimari yapı olarak çok iddialı minareler inşa edilmiştir. Delhinin ilk Türk sultanı olan Kutbeddin Aybey’in yaptırdığı “Kutup Minar” 73 metrelik uzunluğuyla dünyanın en yüksek tuğla minaresi olarak yerini almıştır sanat tarihinde. Yine büyük usta Mimar Sinan’ın minare yapımına kattığı estetik ve oluşturduğu şaheserler tüm dünyaca kabul görmüştür.
İşte böyle bir gelenekten gelen insanların, ibadet yerlerinin ve eklentilerinin yapımında büyük bir zevksizlik örneği vererek bu mekânlara derme çatma minareleri yakıştırması o mekânlara verdikleri değerinde göstergesi olmaktadır.
*Müstehab: Peygamberimizin bazen yapıp, bazen de yapmadığı şeye Müstehab denir. Müstehabın Hükmü: Müstehab olan şeyleri yapan sevab kazanır, yapmayan azarlanmaz.