Necla Cevheri Saatçi
24 Haziran 2010
Tanıdıklarını uzun bir süre görmedikten sonra yaşlandıklarını görmek çok değişik geliyor insana. Onu veya onları hep bıraktığın gibi bulacağını sanıyorsun ama nafile. Ya yaşlanmış buluyorsun veya hiç bulamıyorsun, göçüp gitmiş oluyorlar
.
Hayat bir bakıma lisedeki edebiyat dersinde yazılan kompozisyonlara benziyor. Giriş, gelişme ve sonuç oluşan bir yaşam sürüyoruz.
Girişte pek bir şeyler olmaz, hangi konuda yazılacaksa bilgilendirme içerir. Neler anlatılacağı, konunun ne olduğu ve neler düşündürdüğü hakkında cümleler içerir giriş bölümü. Yazı gelişme bölümüyle başlar aslında. Konunu sende neler hissettirdiğini, konu hakkında neler düşündüğünü anlatırsın gelişme bölümünde. Betimlemeler yapar, yazdıklarını örneklerle güçlendirir, desteklersin. Bütün hünerini bu kısımda dökmek, kendini en iyi şekilde ifade etmelisin. En sonda da sonuç bölümü yer alır yazıda. Giriş gibi değildir, gelişme kadar uzun asla olamaz, ne varsa anlatılmış ve her şey artık bitmiştir. Yazı boyunca ne anlattıysan en can alıcı kelimeleri bulup cümle haline getirerek yazının sonuç kısmını oluşturmalısın. Sonuç tüm yazının özetidir fakat yazının da en hoş ve anlamlı kısmıdır. Gelişme ne kadar iyi olursa olsun sonucu çok iyi bağlamak gerekir. Çünkü sonuç bölümü insanın aklında kalır tıpkı ağızda kalan son tat gibidir.
Yaşlılıkta bana bir yazının sonucu gibi geliyor bana. O kadar çok öğrenilmiş, sayısız tecrübelerden geçilmiştir ki hemen her konuda anlatılacak bir bilgi birikimi mevcuttur. Ama yaş ilerledikçe de konuşma azalmakta ve her geçen yıl daha da bitmekte ve hiç kalmamakta. Söylenecekler kısa ve öz tam da istenilen olarak ifade edilmekte, ima veya dolambaç hiç olmamakta cümlelerde.
Ömürde söylenecek kelime sayısı da tıpkı nefes gibi sayılı olduğunu duymuştum. Demek ki ondan dolayı yaşlılar zamanla daha az konuşmaya başlıyorlar.
Daha az konuşmaya başlayan yakınlarım beni hüzünlendiriyor. Olanları çok hareketli olan yani yerinde duramayan çok hareketli çocukların hastalık yüzünden koşuşturmayıp bir köşede oturan çocuklara benzetiyorum. Çocukların hastalık yüzünden durgunlaşması da hüzünlendirir tıpkı yaşlıların zamanla susması gibi. Bu yaz babaannem de gördüm bu suskunluğu. Evvelki yaz daha çok anlatırdı hatta anlattığını bazen unutur tekrar ederdi. Geçen yıl daha az konuşmaya ve anlatmaya başlamıştı. Ama bu yaz çok az konuşur olmuş. Konuşmayı bırakmadığı tek konuysa kızım. Her gördüğümde veya telefonda her konuştuğumda bana hep, torundan sonra hiç kimseyi sevmem dedim fakat yalanmış torunu çocuğu daha tatlı oluyor ve seviliyormuş. Onu senden daha çok seviyor ve özlüyorum.
Sizin de çevrenizde yaşlı tanıdıklarınız varsa dikkatle bir gözlemleyin. Sizde yaşlılığın suskunluk dönemi olduğuna şahitlik edeceksiniz.
Sağlıkla ve huzur içinde yaşlanabilmek dileğiyle.