Konuk Yazar
11 Mart 2010
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Şanlıurfa Baromuzun düzenlediği etkinliklere katıldım.
Şiir yarışması düzenlemişler, liseler arası! Benim küçük oğlum Muhhamet Can şiir yarışmasında üçüncü olup beni çağırmasa, belkide il birincisi olan kompozisyonu yazan ve enfes yorumlayan kızımızı dinleyemeyeceğim.
Ne güzel anlatmış; babanın ve ailenin tüm engelleme girişimlerine rağmen ablasının okuma mücadelesini..
Gözlerimiz buğulu dinliyoruz kızımızı. Ne-reden nereye gelmişiz! Gülşen Hamavioğlu ablamla laflıyoruz. Liseye giderken nelerle, kimlerle nasıl mücadele ettiğini anlatıyor.
Babasının güveni ve desteğiyle diğer kız kardeşlerine öncü olduğunu, Urfa’nın kızlarına yol açtığının haklı bir gururla anlatırken, bir defa daha hayran hayran bakıyorum hocama.
Ablamın okuma isteğine erkeklik naraları atıp engel olmaya çalıştığım çocukluk günlerini hatırlıyor; utanıyorum.
Gazetelerdeki resimlere bakıp altında yazılanları öğrenmek için yalvaran gözlerle bakışını, ona yazılanları tercüme edişimi gözlerim dolarak anımsıyorum.
Etkinlikleri yarım bırakmak zorunda kalıp işyerime giderken; Toplumda kızlarımız kadınlarımız okuyamamış, ezilmiş, sıkıntı çekmiş, gözünü açmamışız da; erkekler çok mu cakalı yaşamışlar sorusu zihnimi meşgul ediyor.
Aynı dönemlerde erkekler, Erkek egemen toplum avantajıyla çok mu lüks yaşamışlar, çok mu iyi eğitim almışlar?
Rahat etmekten sırtları kalınlaşmışta, çok mu acımasız davranmışlar kadınlarımıza, kızlarımıza… Yoksa aynı köleliği yaşamış ama krallarının, efendilerinin erkek olması, toplumda erkek hakimiyeti var gibi görünmesi onlara bu durumu kabullendirmiş mi?
Kadınlarımıza ömrümüzü vermiş ama bir gül vermeyi mi ihmal etmişiz yoksa. Yüreğimizin en üst yerine koymuşta, sofrada en alt köşeye mi oturtmuşuz erkeklik gururundan?
İçerimize seller akarken ağlayamamış mıyız onlarla, dökememiş miyiz üç damla gözyaşını dışarıya.. Ayıpsanmamak için sarılıp öpemediğimiz çocuklarımız gibi, öpememişmiyiz! Acaba.. Bence çok istemiş ama ağlayamamışız, öpememişiz, sarılamamışız ve en önemlisi sevmişiz ama anlatamamışız. Sevmişiz ama suskun kalmışız. Yok mu eksiklerimiz, yok mu hatalarımız, yok mu üzmüşlüğümüz? Var. Var ama destansı sevdalarımız da var kadınlarımıza, kulluğumuzda var ayağının altı öpülesi analarımıza. Var da anlatamamışız herhalde.. Tıpkı anlatamayan, suskun kalan dedenin hikayesi gibi. İşte hikaye…
Yargıç, karşısındaki kadına baktı önce… 80 yaşlarında bir nine… Sonra biraz geride, ellerini bağlamış adama… aynı yaşlarda bir dede…
Kadına döndü yargıç: ”Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?” Yaşlı kadın beyaz başörtüsünü sıvazlayıp konuşmaya başladı kısık sesiyle:
“Bu herif yetti gayrı, elli yıldır bezdirdi hayattan. Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı, çok sevdiğim. O, bilmez. 50 yıl önce, onun bana
verdiği çiçeklerin arasından bir daldan kök almış tohumlamıştım…” Sustu yaşlı kadın. Sesine bir hüzün çöktü, maziyi hatırlamaya başladı:
“Yavrumuz olmadı, sedefimi çocuk bildim, öyle büyüttüm. Sonra bir gün..kurumaya başladı sedef. O zaman adak adadım. Her gün sabaha karşı, güneş doğmadan bir tas suyla sulayacağım diye. “İyi gelir !” dediler, sedef çiçeğine. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp da ” Sulayayım !” demedi. Ta o geceye kadar. O gece takatim kesilmiş, uyuyakalmışım. Su veremedim çiçeğime. Böyle bir adamla 50 yıl geçirdim işte. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim… Ondan hiçbir şey göremedim. Bir kerecik olsun benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim.” Yaşlı kadın yutkundu. Kararını çoktan vermiş gibiydi: “Onsuz daha iyiyim Hakim Bey !Yemin ederim…
Yaşlı adama döndü yargıç, soran gözlerle: “Bir diyeceğin var mı baba?” Derin bir iç çekişiyle söze başladı ihtiyar adam:
“Askerliğimi Reisicumhur köşkünde, bahçıvan olarak yaptım. O koca bahçeyi lâyıkıyla büyütmek için emek verdim. Fadimem”i de orada tanıdım, sedef çiçeklerini de. O bahçe sedef çiçekleriyle doludur. Kokusu yürek yakar. Zaman zaman Fadime için topladım sedefleri. Evlendik, çok olmadı boynu ağrıdı. Hekime götürdüm Fadimem”i. Hekim: ” Kireçlenme var boynunda, çok uzun süre uyanmadan yatarsa sertleşir, kötüleşir. Her gece uykusunu bölüp kalksın, gezinsin.
Yaşlı adam sözlerine devam etti: “Pek dinlemedi bizim hatun, lafım geçmedi. O günlerde tesadüf sedef çiçekleri kurudu. Ben de ona, ”Sularsan geçer ! ” dedim. Adak dilettim, her gece onu uyandırdım ve seyrettim Fadimem”i O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim, o görmeden. Her gece o çiçek ben oldum sanki. Ona sırf bu çiçekler yüzünden tapabilirim.”
Durdu yaşlı adam, soluklandı biraz. Mahkeme salonu da susmuştu. Bir yaşlı gönülden, bir bahçıvandan duyulması beklenmedik aşk sözlerine kulak kesilmişti yargı, savcı, mübaşir… Yaşlı adam soluklanıp devam etti: “Her gece çiçekleri sulayıp yattıktan sonra, kalktım, Sedef çiçeğinin saksısındaki suyu boşalttım. Sedef çiçeği, gece sulanmayı sevmez Hakim Bey. O gece; eh yaşlılık işte… Ben de uyanamadım, uyandıramadım. Çiçek susuz dayanırdı da kadınımın ağrıları azardı. Kendimi suçladım. O suçlayınca da sesimi çıkartamadım…”
Anlatamıyor, suskun kalıyoruz işte..
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu olsun.
Saygılarımla…