Mehmet Göncü
24 Aralık 2009
Geçtiğimiz Cumartesi günü akşamı sabaha kadar yağmur dur-durak demeden hep yağdı. Yağmur damlaları yere çarparken, çıkardığı ses, yüreğimdeki bütün günlük sıkıntıları sanki alıp götürüyor gibiydi.
Bu sevinçle uyumuştum. Sabah ezanı okunurken uyandım. Yağmur hala yağıyordu. Elime bir kitap alıp okumaya başladım. Bir ara yağmurun kesildiğini ve günün ışıldamaya başladığını fark ettim. Aklıma kuşlar ve kediler içsin diye bahçeye bıraktığım su kabı geldi. Bu nedenle, büyük salonun penceresini açıp, bahçeye baktım. Eski bir banyo curunu olan su kabı ağzına kadar suyla dolmuştu. Semtimizin yabani güvercinleri, serçeler ve kumrular sırayla bahçeye konuyor, akşamdan attığım yemleri atıştırıp, oradan oraya uçuşuyorlardı. Pek su içen yoktu ama yemleri aralarında kapışıyorlardı. Su kabı da arzu ettiğim gibi yağan yağmurdan dolmuş ve taşmıştı. Biraz sonra bütün kuşlar telaşla ve büyük bir hızla uçuştular. Baktım ki bu telaşın sebebi meğer su içmeye gelen mahallimizin tanıdık kedilerinden yaramaz Bozo’ydu. Ayrıca Küçücük birer fidan iken, ellerimle dikip yetiştirdiğim bahçemdeki bütün ağaçlar yağmur nedeniyle banyo yapmış, temizlenmiş, süslenmiş bir vaziyette, ulu yaradana şükür ve hamd ediyorlar, tevazu ile dallarını yere sarkıtıyorlardı.
Bir ara bayanın birinin çöp bidonundan topladığı naylon teneke pet şişe vesaire gibi katı atık eşyaları ayırıp, çuvala koyarak sırtladığını gördüm. Bu ve bunun gibi bir çok bayanın gelip çöplerden hurda topladığını biliyorum. Her nedense bu kadın bugün çok erken işe çıkmıştı. Ben bu bayanın durumunu kendi kendime yorumlarken, bunlar yoksul ama onurlu insanlar diye aklımdan geçirdim. Bu arada fırıncımız Mehmet işçilerini binek otosuyla getirip, işyerinin önünde indirdi. Kendisine seslendim ve selam verdim. Selamımı aldı ve fırına yöneldi. Bu esnada caddeyi süpüren çok mu çok çalışkan temizlik işçisi Abdülkerim de icrai faaliyetine başlamıştı. Ona da bir selam verip, hal ve hatırını sordum.
Gün tatil olduğu için sokaklar fazla kalabalık değildi. Pencereleri kapatıp, içeri girerken, karşı binadan fırıncıya seslenen bir komşu, ‘Mehemed usta, çırağın Şükrü’ye söyle, 3 tırnaklı ekmek getirsin’ diyordu. Bu esnada sokağımızın Bakkalı Mehmet de dükkanını açmış, eşyalarını düzmeye çalışıyordu.
Kıymetli okuyucularım, bildiğiniz gibi toplumsal kader o toplumun gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılıdır. Bu gerçek olgu karşısında bireye düşen görev ise, o toplumun kalkınması ve insanının mutlu ve müreffeh yaşaması için her boyutta olumlu bir şekilde çok çalışması ile ancak mümkün olabilir.
Bana göre, hayatın tüm açmazlarına rağmen yaşamak yaradanın canlılara çok güzel bir armağanıdır. Bu konuda Cahit Sıtkı bakın yaşamı ne güzel yorumlayarak anlatmış;
GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah! Aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül tanrısına der ki:
-Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Cahit Sıtkı Tarancı
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla…