Necla Cevheri Saatçi
19 Kasım 2009
Her çocuk okula başlamasıyla beraber zaman içerisinde noktalama işaretlerini öğrenir.
İlk öğrendiği işaret noktadır. Nokta sayesinde cümle kurabilmiştir. “Ali eve gel.” Artık düşüncesini en basit şekilde yazıya dökebilmektedir. Zaman ilerledikçe nokta yeterli olmamaya başlar. Sadece nokta ile yazabildiği cümleler son derece basit ve sığdı. Sürekli cümlesini sonlandırmak ve tekrar başlamak zorundaydı. Nasıl mı?
“Babam bugün elma aldı.” Babam bugün gazete aldı. Babam bugün halı aldı. Kurulan bu üç cümlede aynı özne ve fiili içeriyordu. Fakat her defasında kullanılmak zorundaydı. Alınanlar birbirinden farklı olduğu için toplu bir isimde kullanılamıyordu. Babam bugün meyve aldı denilse gazete ve halı anlatılamıyordu. O yüzden basit, kısa cümleler kurmakla zaman harcanmaktaydı.
Tam bu esnada virgül girer yazı hayatına. Virgül sayesinde artık daha karmaşık düşünceler bir cümle ile ifade edilebilmektedir. Artık basitlikten kurtularak, kesintiye uğramadan virgül sayesinde düşüncelerini ifade edebilmektedir.
Artık kendisini daha özgür hissetmektedir. Ama zaman ilerledikçe sadece virgül ve nokta yeterli gelmemeye başlamıştır. Çünkü öğrenmek yeni bir duygu meydana getirmiştir. Merak. Merakını da ifade edebilmektedir. Her öğrendiği başka bilgileri de öğrenme istediğini veya zorunluluğunu doğurmuştur. Bu esnada araya ? girer.
Soru işaretleri sayesinde sadece verilenle yetinmek zorunda kalmayacaktı. İstediklerini de öğrenme fırsatını yakalamıştı. Bu sayede insanlarla daha iyi iletişim kurabilecek, bir konu hakkında düşüncesinin ne olduğunu bilecekti. Bu sayede onun gözleriyle de yorum yapabilecekti.
Soru işaretleri sayesinde yeni bilgilere, düşüncelere ve gizemlere şahit olacaktı. Bu da hayretini geliştirecekti. Öğrendikleri kendisini belki de çok sinirlendirecek veya şaşırtacaktı. Bunu da ifade edebilmeliydi. O sırada ünlem işareti tüm heybetiyle ortaya çıkmıştı. Artık duygularını daha iyi ifada edebilecekti.
Sandı ki noktalama işaretleri bitti ama nerde. Her birinin eksikliği diğerinin hayatına girmesiyle daha da hissediyordu.
Artık bir çok bilgiye sahipti. Bunları aktarabilmeliydi. Davranışlarının altındaki sebepleri karşı taraf bilmeliydi. Yabancı bir kelime kullanabilmeliydi cümlelerinde ama nasıl. Elbette iki nokta üst üste ile. Nasılda imdadına yetişmişti. Artık paylaşabilmenin, anlatabilmenin ve anlaşılabilmenin mutluluğunu tatmıştı.
Anlatabilmek güzeldi fakat bir de yorum alıntı yapabilseydi. Bu özgürlüğe artık ihtiyaç vardı. Fikirlerinde yalnız olmadığını anlatabilmeliydi. Dünyanın herhangi bir yerinde kendiyle aynı fikirde olan insanlarda vardı. Onların sözcüklerini de kesme işareti ile kullanabiliyordu artık.
Ama hayatta bazı cümlelerin sonu yok gibiydi. Bunlar nasıl ifade edilecekti peki.. En basitinden doğal sayıları anlatırken sıfırdan başlayıp neredeye kadar sayabilirdi. Belki de sonunu getirmeye ömrü bile yetemeyecekti. Ayrıca bazı düşünceler ve fiillerde kendine kalmalıydı. Her şey ortaya sunulmamalı karşıyı da düşünmeye, tamamlamaya teşvik etmeliydi. Bu da ancak “…” nokta ile mümkündü.
Her biri kendi içinde özel ve anlamlı olan noktalama işaretlerinin hiç biri diğerinin yerini tam anlamıyla tutamaz. Yaşam devam ettiği sürece her birine ayrı ayrı veya aynı anda ihtiyaç duyacağız.
Noktanın yeri ise bambaşkadır. Kaçmak veya konuşmayı bitirmek için hep ona ihtiyaç duyarız. O olmazsa hep bir şeyler eksiktir, bitmemiştir.
Hayatımıza son noktayı koyana kadar tüm işaretleri yerinde ve zamanında kullanabilmek dileğiyle…
Haftanın sözü: Aklımın alamadığı tek şey bu koskoca evrenin nasıl olupta aklımıza sığabilmiş olmasıdır. Albert Einstein
Haftanın Kitabı: Sahildeki Evimiz Jane Gren
Not: Bu yazının esin kaynağı A. Konewski adlı bir düşünürün sözleridir.