Mehmet Göncü
16 Eylül 2009
İşim ve memuriyet görevim gereği olarak, güzel yurdumuzun hemen hemen gezmediğim, görmediğim yeri kalmamıştır diyebilirim.
Çok değil, 40-50 sene önce bu mübarek coğrafyada gördüğüm insan davranışları ile bu günküler arasında çok büyük fark var.
Örneğin; eskiden bir evin cumbasına beyaz bir karanfilli çiçek saksısı konulmuşsa bu evde bir hasta vardır. Sessiz geçin demekti. Eğer bu çiçek kırmızı renkte ise, o zaman bu evde genç kız vardır. Edepli ve saygılı geçin anlamı çıkardı.
Keza; bir evin cümle kapısının önüne uçları yanmış odun parçaları konulmuşsa, bu haneden cenaze çıkmıştır. Aile yastadır, düğün alayı geçirmeyin veya müzikli kutlamalar yapmayın demek istenirdi. Hatta o mahalleden bir cenaze çıkmışsa komşular düğünlerini ileri bir tarihe erteler, bir iki ay sonra da ölü çıkan hane büyüğünden izin alınarak düğün yapılırdı. Düğünler insanların kıskançlık duygularını kabartmayacak bir şekilde gösterişten ve israftan kaçınılarak icra edilirdi.
Varsılla, yoksul aynı mahallede oturur, birbirleriyle yardım ve dayanışma içinde olurlardı. Ben yetişmedim ama rahmetli annemden dinlemiştim. Dedem varlıklı biriymiş. Tarımla uğraşırmış, elde ettiği hasadı üç eşit parçaya bölermiş. Birini Mahalledeki tüm komşulara, birini yalnız yoksullara, birini de satarmış.
Öte yandan ben yaştakiler de hatırlarlar. Urfa’da sadaka taşları vardı. Hatta ben bu taşları binek taşı sanıyordum. Bir gün rahmetli babam bu taşların öyküsünü bana şöyle anlattı:
“Bu taşlar sadaka taşlarıdır. Mahalledeki zenginler gecenin karanlığında gelirler, kimseye görünmeden yoksul kimseler gelip alsınlar diye para bırakırlarmış. Yoksullarda gecenin bir vaktinde gelir ihtiyacı kadar olanı alır, gerisini yerinde bırakırmış.”
Ayrıca ben yaştakiler çok iyi hatırlarlar; Payton atlarının ayaklarına ses çıkarmasın diye demir yerine lastik çakılırdı.
Evet kıymetli okuyucularım, bu davranışlardaki necabete ve asalete bakın.
Bana göre; atalarımız, inandıkları gibi düşündüler ve düşündükleri gibi de yaşadılar. Yerleri cennet olsun.
Şimdi soruyorum;
Bu gün yukarıda saydığım bu güzel insani ve ahlaki değerler toplumsal yaşamımızın hangi boyutunda kalmıştır?
Tahmin ediyorum cevaplarınız; ‘ya hiç, ya da çok az’ şeklinde olacaktır.
Öyleyse toplum olarak hep birlikte düşünelim.
Bizler nerede yanlış yaptık?
Ama ben yine de karamsar değilim. Yavaş yavaş da olsa yeni nesil, kentli olmanın ve kentte yaşamanın kurallarına er geç uyacaktır.
Toprak erozyonuna gelince, üyesi olduğum Türkiye Erozyonla Mücadele ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (TEMA) yayınlarından derlediğim geniş bir yazıyı yakında bu köşeye taşıyıp, siz değerli okuyucularımın yorumlarına arz edeceğim.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıyacakla..