İbrahim Halil Okuyan
12 Haziran 2009
Sally’e sordum: “Baban seninle randevulaşır mıydı?”
“Evet”, dedi, “yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başa
zaman geçirirdi”.
Ve ilave etti, “Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!”. Gülümseyerek, “Nereden biliyorsun?” diye sordum.
“Biz Frank’le konuştuk” diye cevap verdi.
Yine içim cız etti.
Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
Kendi çocuklarıma içim yandı.
Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm.
Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı.
Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı.
Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, “bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim”.
İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, “Ne yapabilirim? “ sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.
Sally’nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun
davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum.
Sally, içinde yetiştiği ailede, var oluşun beş boyutunu da doya, doya
yaşayabilmişti.
Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, “Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın”, mesajı alır ve çocuğun CAN’ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, “Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim”, mesajını güçlü olarak verir.
Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, “Ben sevilmeye layık
biriyim!” diye yoğrulur.
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, var oluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN’dır.
İşte Dogan Cüceoglu’nun anlattığı bu olay ders alınacak bir hikâye.
Hiç dikkat etmediğimiz küçük şeyler bu kadar önemli.
Bu doğruları yaşarak bulmakla olmaz, bunlar toplumsal hayatımızda farkında olmadan yaptığımız davranışlar olmalıdır.
Hemen kendi davranışlarımızı yargılayalım.
Bizim toplumda da bazı davranışların ileride çocuk üzerinde ne sarsıntılar yarattığını incelemeliyiz.
Kadın erkek ilişkisi, ana baba ilişkisi, öğretmen öğrenci ilişkisi, polis insan ilişkisi, halkla devlet ilişkisi, hoca cemaat ilişkisi, doktor hasta ilişkisi vb her şey sorgulanmalıdır.
Kadın, erkek, cocuk, zengin, fakir herkes eşit olarak algılanmalıdır.
“Cennet anaların ayakları altında” demiştir, HZ. Peygamber.
Bunu bizde İslam’ın kadına bakışı budur diye övünürüz ama evlenirken fikrini dahi sormayız, kadın eksik etek deriz.
Hayata katmayız kadınları sonrada cahil diye küçümseriz.
Töre diye kardeşe kız kardeşini öldürtmeyi normal hak sayarız.
Çocukları sayarken kızları hesaba katmayanlar vardır.
İnsanın kendisisini dahi öldürmesinin dinen caiz olmadığını bilmemize rağmen.
Ben çocukken annem dedemle konuşmazdı ne kadar komikti.
Bana söylerdi dedem annem anlardı, bana cevap verirdi annem dedem anlardı.
Böyle görmüşlerdi saygı gereği idi ama gerilerde kaldı.
Hala çocuklarıyla konuşurken onları taklit eden anne babaları anlamam.
Çocuğunla büyük adam gibi konuşacaksın.
Televizyon yapımcılarına çok iş düşüyor bu konuda.
Dizilerde ders alacağımız aile ilişkileri olmalı.
Geleneklerimizi de gözden geçirmeliyiz.
Teknoloji olunca en son çıkan telefonları vb şeyleri hemen kullanıyoruz ama insan ilişkilerinde geçmişe takılı kalıyoruz.
Gençler büyük şehirlerde veya yurt dışında okuyorlar oranın usullerine intibak ediyorlar ama Urfa’ya gelince eski yerden başlıyorlar hala şalvar giymeyi marifet sayıyorlar.
Bizi biz yapan değerlerlerden bahsetmiyorum tabiî ki.
Dünyayla rekabet etmek istiyorsak kendi öz değerlerimizi koruyarak kimliğimizi kaybetmeden kadın erkek beraber çok çalışmalıyız.
Gelişen teknoloji gençlerimizin en iyi şekilde bilgilenmesini ve çağdaş Türkiye’nin alt yapısını oluşturmalarını sağlayacaktır.
Buna yürekten İnanıyorum.
Herkese seni seviyorum diyerek başlayalım değişime.
Her şey iyi yetişmiş bilgili insanlar, bunların kuracakları ailelerle başlar ve büyük devlet olunur.
İnsanoğlunun, ilişkileri içinde var oluşunu tanımlamak için cevap aradığı beş soru şunlardır:
1. Kâle alınıyor muyum? Beni umursuyorlar mı?
2. Kabul ediliyor muyum? Beni olduğum gibi, yargılamadan kabul ediyorlar mı?
3. Değerli miyim? Beni vazgeçilmez ve emsalsiz olarak görüyorlar mı?
4. Yeterli miyim? Beni becerikli, yapabilecek güçte görüp yapabileceğime güveniyorlar mı?
5. Sevilmeye layık mıyım? Beni ben olduğum için özleyip benimle zaman geçirmek istiyorlar mı?
Saygılarımla
Mersin‘in Silifke ilçesinde 11 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur.
ABD’de Illinois Üniversitesi’nde Bilişsel Psikoloji doktorasını yapmıştır.1980–1996 yılları arasında ABD’deki Fullerton şehrinde Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde görev yapmıştır.
1996’dan bu yana Türkiye’de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana babalara ve işadamlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları düzenlemektedir.