Sabri Dişli
9 Mayıs 2006
Ferhat Göçer’in Konserindeyim. 500 kişilik salonun aralarına plastik koltuklar yerleştirilmiş, kapasitenin üzerine çıkılmış. Buna rağmen herkes yerini biliyor çünkü biletler numaralı. Konser başladı, her şey hoş, sanatçı hemşerimiz, Ferhat Göçer vokalisti eşliğinde her zaman olduğu gibi müthiş performans gösteriyor. Kalabalıktan oluşan sıcaklık ve oksijen yetersizliği kimin umurunda? Derken, anîden salona normal ev içi kıyafetli aileler doluşmaya başladı. Hani maçın son 15 dakikasında kapılar açılır ya, öyle… Oksijen yetersizliği ve sıcaklığın artmasıyla salona buğulu sis çöktü. Miyop gözlerimle sanatçıyı seçmeye çalışıyorum… Loş ışıklar arasında Ferhat Göçer’i Uzay Yolu dizisindeki “Mr.Speak” gibi görmeye baş-ladım … Etrafıma doluşan insanların gürültüsü ile salon adeta Uzay gemisine dönmüştü. . Allahım neredeyim? Karabasan mı? Kâbus mu? Herhalde “Uzaylılar tarafından kaçırıldım!” Yanıma döndüm eşim oturuyor. Öyle ise “ailece kaçırıldık” dedim. O arada müzik sesleri gürültü eşliğinde enteresan melodiye dönüştü. “Ya şimdi bu uzaylılar beni deşip kobay ve kadavra olarak kullanırsa”!!! Sonradan içeri giren ve oturduğum koltuğa sürekli yüklenen küçüğe sordum: Siz nerden geldiniz?(hangi galaksiden!) “DSı LOJMANLARINDAN”! Dedi. Durumu çaktım… Uzayda falan değildim. DSı Lojman sakinlerinin bir kısmı konseri izlemeye gelmişti. Oksijen yetersizliğinden serap görüyordum. Konserin son bölümünü izlemeden Uzay Gemisini terk etmeye karar verdim. Kalabalığın arasında birilerinin üzerine basa-rak, düşe kalka, zar-zor kendimi dışarı attım. Bu arada konser sponsoru, pardon! Organizatörü, Cahit Kırtasiyeyi 20X2=40 YTL’lik bilet bedeli ile bizleri “Uzay”da gezdirdiği için teşekkür ederim. Dilerim Üniversitemizin 8. Festivali’ne de sponsor olur. ***** ıTHAL BARIş ELÇıSı: SURıYELı şEHY. Son haber!… “Kan davalılarını Suriyeli şeyh barıştırdı” Memleketimizde onca yerli şeyh dururken, yurt dışından niye şeyh ithal ettik anlamadım!.. Olsun, sonuçta barış var ya… **** Doldurulmuş dolmuş! BULMACA Gündüz doldurulmuş dolmuş. Gece olunca kayıp olmuş… CEVAP: Minibüs ve Dolmuşlar… Mehmet Göncü ağabeyimin yaşanmış anısını anlatayım: Dolmuşa binen Göncü ağabeyime, Dolmuş Muavini: Ağbey sıkış… Göncü ağabeyim sıkışmaya çalışır… Ağbey biraz da sıkış. Akşamdır, idare et… Paralar!.. Ücretini ödemeyenler! Göncü, muavine ücreti uzatır. Muavin: Abey para eksik! Göncü: ıyi bak oğlum. Para tamam… Muavin: Abey Valla eksik… Göncü: Oğlum iyi bak o para sıkıştırılmış! Gündüz, dolmuş ve minibüslerde, tıka basa, sarmaş dolaş ve çok samimi, yanak yanağa yolculuk etmek zorunda kalıyoruz. Daha doğrusu muavinin “idare et” telkinlerine mecburi uyum gösteriyoruz… “Adrese teslim, sıkıştırılmış kargo paketi” misali, indiğimiz son durakta ‘derin oh’ çekiyoruz. Toplu ulaşımda başka alternatif ve rekabet yok. Her yörede yaşanan olağan ve sıradan bu durumu içimize sindirmişiz. Gündüz kargo paketi çok, ama gece geç vakitte durum değişiyor. Saat 22.30’dan sonra bazı hatların araç sayısı saatte bire düşerken, bazılarında hak getire diye bekliyoruz, da… Hak bize hak ettiğimiz anda gelmiyor. Para varken, tıkıştır sıkıştır. Tek-tük müşteri kalınca, kirişi kır. ışte “Gündüz dolmuş, gece kayıp olmuş”un bulmaca öyküsü bu… Yakında toplu taşımacılık yeniden yapılanacak. Büyük otobüsler devreye girecek. Yeni uygulamada kravat-gömlek şekilciliği öne çıkarma yerine; Dur-kalk, indir-bindirmelerde, yolcular deniz dalgası misali bir o yana, bir bu yana çarpmalarına çözüm yolu bulunmalı. Her durağa yanaşan “kaptan” gemi sirenini aratmayacak sesteki, kornaya üç kez şerefe öttürmekten vazgeçmeli. Muavin beyde lügatındaki: “Emo-dayo, hade anam-hade bacım” gibi kelimeleri “beyefendi- hanımefendi” kelimeleriyle değiştirmeli… Çarşı dönüşü duraklar; Yenişehir, Karaköprü ve Bağlarbaşı bölgesi olarak üçe ayrılmalı ki; herkes durağına yanaşsın… ıyi yolcuklar.