Sabri Dişli
12 Nisan 2006
48 Yıl Demokrat Türkiye ve Türkiye gazeteleri ile birlikte, 10 bin sayfalık bir arşiv…
Her sayfa didik didik aranıyor… 1000’den fazla fotoğraf çekiliyor… Bu olmadı, o olmadı… Tarihi gelişmelere göre konu sıralanıyor… Sonra slâyt dizim ve uygun metin bulunuyor…
Bütün bunları bir ekiple yaptık… Amatör bir çalışmaydı.
Tabii ki; acaba beğenilir mi? Endişesini taşıyorduk.
Bir gece kala slâyt-ses ve görüntü birbirine uyumuyordu.. Zamanımız da bitmişti. Slâyt diziminde çok büyük katkıları bulunan Mahmut şeker ve ekibin genç üyesi Emre ızgördü ile sabaha kadar çalıştılar. Bir yandan da kadim dostum Burhan Akar, yazarlarla eski Urfa resimleri slâydını hazırlıyordu. Geceyi sunan spiker arkadaşımızın eşi Duygu Kültür Ünlü, seslendirmede istediğimiz formatı yakalamak için tüm yeteneklerini sergiliyordu.
Gece gelip çattığında tükenmiştik. Ekip başı, Yayın ışleri Müdürümüz, yani gazetemizin 4. nesil olarak bayrağını devralan Ebru Okutan gecenin başlamasına iki saat kala yorgunluktan bitap düştü, serumlu tedavi görmek zorunda kaldı. Buna rağmen bütün gücünü toplayarak açılış konuşmasını yaptı.
ıki bölümlük gecenin 1. bölümü bittiğinde CAVAHıR Konukevi’nin sunduğu, mükemmel kokteyl esnasında tepkileri alınca rahatladım.
Abuzer Akbıyık: “Yahu siz slâyt falan hazırla-mamışsınız bal gibi bir belgesel hazırlamışsınız” dedi… Hocamın sözü çok hoşuma gitti.
48 yıllık bir ağacın meyvesinden payımıza düşeni almıştık.
2. Bölümü anlatmaya gerek var mı? Türkü Begleri Özbek ve Kızılay, koromuzun değerli saz sanatçıları eşliğinde bizleri Türkü uçağına bindirip türkülerin bulunduğu yarım kürede şöyle bir gezdirdiler…
Gece bittiğinde çok zor beğenen dostlardan bile olumlu izlenimler aldım.
Bence bir ilki gerçekleştirdik. Göze, kulağa, damağa hitap ettik. Gazetemizin arşivi ile, 48 yıllık geçmişe kısa bir gezinti yaptık. Çok önemli şahsiyetleri yâd ettik. Bu vesile ile ‘Vefa’ kelimesinin gerekliliğini tam anlamıyla yerine getirmeye çalıştık.
Unuttuklarımız ismini anmamız gerekenler olmadı mı? Oldu tabi.
Mesela Urfa da olmayan eski yazarlara bir türlü ulaşamadık. Bazı yazar arkadaşlarımız öz geçmişlerini getirmeyi son güne bıraktılar fotoğraf bile getirmediler… Bu nedenle bir şekilde ismini anmamız gereken insanlardan ben şahsen “özür diliyorum.” Çünkü ekibin en eski ve en büyüğü bendim.
Nesilden nesile kurucusuyla, babadan oğula yazarlarıyla, aynı gazete de yazı yazma rekoru kıran Mehmet Hulusi Öcal ile Matbaa emekçisi çalışanlar, yazar ve muhabirlerle daha nice yıllara HıZMET….
Mutlu çocuklar
Haydi iyisiniz… Tabancalarınızı kuşanın bakiyim..
Fransızlar hiç işgal edemedikleri, hatta turist olarak bile gidemedikleri kaleye hücum edip Fransızlardan geri alın.
Ha!
Yav hiç olmazsa “Tılfındır Hastanesi’ne karşıma karşı” konumuna benzeyen bir yer hazırlayın…
Veya Hızmalıköprü gibi stratejik bir yer seçin… O da olmazsa Mahmut Nedim Konağı’na benzer bir yere hücum edip geri alın…
Yeri gelmişken söylim… Mahmut Nedim Konağı işgal anıları ile dolu. Çatışmalardan kalan kurşun izleri ve harap olmuş hali, sizi hiç rahatsız etmiyor mu?
Mahmut Nedim Konağı’nı Fransızlar üst olarak kullanmış değil mi?
Peki Fransızlar savaşta üst olarak kullandıkları Konağı bize böyle mi bıraktı?
Savaşta bile Fransızlar koca konağı böylesine harap ve viran bir şekilde bırakmadı.
Dı yeri yeri Urfalım yeri…
Tarihi konakların gidiyor
Savaş anıların gidiyor
dönmüyor geri…
KıM DEMış?
“ınsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”
Shakespeare