Cüneyt Gökçe
20 Mart 2009
Toplumların hayat serüveni inandıkları değerler çerçevesinde şekillenir. Galip gelme azmiyle işe koyulanın başarı şansı yüksek olduğu gibi; yenilgiyi baştan düşünenin yenilmesi sürpriz sayılmaz. Kuşkusuz Kristof Kolomb’a Amerikayı keşfettiren sır, onun azimli çalışmasıdır.
Renklerin farklılıklarına bakmadan toplumsal uzlaşıyı sağlamak ve aynı hedef etrafında kenetlenmeyi başarmak da bu tür inancın çok çarpıcı bir ürünüdür. İşte Çanakkale Zaferi’nin altında bu inancın imzası vardır. Orada Kürt, Laz, Arnavut, Türk ve benzeri unsurlar “aynı gaye” etrafında omuz omuza vermeyi başarınca; az ya da zayıf olma durumu, ikinci planda kalmıştır. Evet, kendilerinden aşırı derecede fazla sayı ve teknik donanıma sahip olan düşman gücünün mağlup edilmesi bu imanın eseridir.
Zenginliğin işareti olarak kabul edilen farklılıklar yerine “azami müşterek” noktaların ön planda tutulması, harikulade tabloların yaşanmasını sağlamıştır. Öyle ya; renkleri ya da dilleri ayrı gibi de olsa, Yaratıcıları bir, Resulleri bir, dinleri bir, kıbleleri bir, ülkeleri bir, bayrakları bir ve idealleri bir idi… Çeşitlilik, renklilik ve birer güzellik kabul edilen “farklılıklar” olsa bile bu kadar “bir”ler, kenetlenmek “yeterli” sebep teşkil ediyordu; nitekim öyle de oldu.
Toplumları ayakta tutan ve uzun bir ömür yaşamalarını sağlayan bu ruhtur. Bu ruh barışın, esenliğin, dostluk ve kardeşliğin teminatı ve habercisidir.
Bu ruh, insana; sahip olduğu canını, severek feda etmesini öğretir. İnsan bu durumda ölüme gülerek koşar. Gideceği yerin “farkında” olan insanın, terk edip ayrıldığı yere değer vermesi beklenemez. Çünkü terk edilen yer “zindan” özelliğinde ise; varılan yer “saray” hükmündedir.
Bu ruh, diğerkâmlığı öğretir; böylece insanlar bencil olmaktan kurtulur ve varlıkları sevmeye başlar. Sevdiği varlıklar insanlarla sınırlı kalmaz; hayvan ve bitkilere bile şefkat ve merhametle yaklaşır.
Bu ruh, kişinin sahip olduğu malda fakir fukaranın da payı olduğunu öğretir. Yani insan, minnet ederek değil; minnet duyarak infak etme alışkanlığını elde eder.
Bu ruh, üç tane “bir”e “yüz on bir” kuvvetini kazandırır. Dağınık iken üçten öteye geçemeyen bu birlerin; aynı çizgi üzerinde omuz omuza verince “yüz on bir” olduğu bu ruh sayesinde idrak edilir. Tıpkı ayrı ayrı iken sadece “on altı” toplamını veren dört tane dördün; “dört bin dört yüz kırk dört” sırrını yakalaması gibi…
Dün Çanakkale’de bu başarıyı sağlayan ruha bugün –her zamankinden daha fazla– ihtiyaç olduğu söylenebilir. Bu sırrın yakalanması durumunda toplumların ve dolayısıyla fertlerin refah çıtası yükselir. Saygı ve şefkat o oranda artar. Karşılıklı güven ve itimat fazlalaşır; insanların birbirlerine bakışı bile değişir.
Bu asil ruha tekrar sahip olmamız dileğiyle…