Cüneyt Gökçe
16 Mart 2009
“İbadet” denildiğinde, aklımıza sadece namaz, oruç ve zekât gibi yükümlülükler gelmemelidir. Evet, elbette bunlar dinin temel esasları ve yerine getirilmesi gereken önemli rükünleridir. Ancak, sonsuz rahmet ve mağfiret sahibi olan Yaratıcımız, her fırsatta bizlere artı puanlar kaydetmekte ve bizleri şefkatiyle kucaklamaktadır.
Buna göre günlük işlerimizi, rutin çalışmalarımızı; hatta yeme, içme ve uyku gibi faaliyetlerimizi bile ibadete dönüştürebiliriz. Bunun yolu; sağlam, içten, samimi ve halis bir niyetten geçer. İhlâslı bir niyet sıradan bir etkinliğimizi ibadete çevirebilir.
“Ameller niyetlere göredir” hadis-i şerifinin dürbünüyle bu gerçeğe baktığımızda mesele daha net ve berrak anlaşılır.
Şu halde, halis bir niyetle çalıştığımız ders, çoluk-çocuğun rızkını temin uğruna verdiğimiz uğraş ve gösterdiğimiz çaba; sınıfta tükettiğimiz nefes, tarlada akıttığımız ter, direksiyonda sarf ettiğimiz performans, mutfakta geçirdiğimiz vakit, bilgisayarın tuşlarına yönelik gönderdiğimiz her vuruş ve dokunuş; evet bütün bu ve benzeri “sıradan” eylemlerimiz, içten birer niyetle ibadete dönüştürülebilir.
Örneğin, mesaisinde bulunan görevlinin: “Ey Rabbim! Zatınca malumdur ya; ben, çoluk-çocuğuma helal bir lokma yedirmek niyetindeyim; buradaki görevimi ‘doğru ve dürüst olun’ emri gereği hakkıyla yapmaya gayret ediyorum” niyetiyle harcadığı her zaman dilimi sevap hanesine artı olarak geçecektir.
Veya elimize geçen bir fırsatta: “Ya Rabbi! Görevlerimi hilesiz yapmak, namazlarıma rahat kalkabilmek ve kulluktaki tembelliği atlatmak için biraz uyumak istiyorum” deyip istirahata çekilmemiz bize ibadet olarak kaydedilecektir.
Yahut: “Ey Allah’ım! Elimdeki imkânlar ölçüsünde senin kullarını doğru bilgilendirmek amacıyla şu kitabı yazıyorum, şu makaleyi kaleme alıyorum” niyeti içerisinde olan yazarı ibadetin dışında mütalaa etmek mümkün değildir.
Hem mesela, görevi gereği öğretmenlik yapan hanımefendi veya beyefendinin; topluma ve insanlığa faydalı bireyler yetiştirme niyetiyle vazifelerini icra etmeleri ibadet olarak değerlendirilir.
Aynı şekilde, toplumun her hangi bir alanında, her hangi bir vazifeyi bu şuurla yapmak bir tür ibadet sayılır. Yeter ki; niyet, hedef ve maksat, ihlâslı ve samimi olsun. Yani biricik amaç olarak Allah rızası gözetilsin.
Ancak bu açıklamalardan, bir “takas” mantığı ya da sonucu çıkarılmaması gerekir. Yani; sayılan bunca iş ibadet olduğuna göre doğrudan ibadet olarak belirtilen hususları yapmasak da olur, gibi bir neticeyi ileri sürmek yanlıştır. Her şey kendi makam ve mevkiinde değerlendirilir. Diğer bir ifadeyle, “Kalbim temiz olduğuna göre namaz kılmasam da olur” gibi bir tezin ileri sürülmesi doğru bir hareket değildir.
Doğrudan ibadet olan görevlerimizi yerine getirme konusunda aksaklıklarımız varsa da bunları telafi yoluna gidilmeli; İlahi rahmetten ümit kesilmemelidir. Unutmayalım ki, Allah’ın şefkat ve merhameti bizim noksanlarımızdan çok daha geniştir. O’na karşı niyet ve samimiyetimizi bozmadığımız sürece hoşnut olduğu işlerde bizleri başarılı kılacaktır.
Samimi bir niyetten bir an bile ayrılmamamız dileğiyle…