Cüneyt Gökçe
20 Şubat 2009
Mutluluk ve saadet yeri olan evlerimizi, bazen kendi ellerimizle zindana çevirir ve yaşanmaz hale getiririz. Şöyle ki:
*Ailenin temelini oluşturan bireyler arasındaki yapay ilgi ve alaka, saadet yuvasını felaket zindanına çevirir. Çünkü samimi ve içten olmayan hal, hareket ve davranışlar zamanla bıkkınlık vermeye başlar ve sıkıntılı durumları meydana getirir. Bu hastalığın panzehiri samimiyet, dürüstlük ve içtenliktir. Böylece karşılıklı fedakârlıklar ile mutlu tablolar oluşur.
*Tahmine dayalı hükümler, aile bireyleri arasında güvensizlik meydana getirir. Karşı tarafı tam dinlemeden; ona, kendisini ifade etme imkânı tanımadan, tamamen varsayımlara dayanarak ulaşılan hükümler genellikle yanlış olur. Hatadan salim olmayan bu davranış, despotluk hastalığını da beraberinden geliştirip müzmin hale getirir. Dayatmacı ve despotik tavırlar zulüm ve haksızların kaynağıdır. Muhatabı ciddiye almamak, sorularını izahsız ve cevapsız bırakmak mutsuzluk kaynağıdır. Bu hastalığı, karşılıklı saygı ve sevgi ile bertaraf etmek mümkündür. Birbirine değer veren bireyler arasında saygınlık ve emniyet doruk noktada olur ve beraberinde mutluluğu geliştirir.
*İflas eden bakkalın sürekli olarak defterini karıştırması türünden, geçmişte kalan ve unutulması gereken tatsız anıları daima canlı tutup temcit pilavı gibi sürekli servis yapmak huzurun temeline dinamit koyar. Ders ve ibret alınacak hadiselerin hatırlanması ayrı; küçümseyici ve rahatsız edici hatıralar ise apayrıdır. Güzel hadiselerin hatırlanması teşvik edici özelliğe sahip olsa da unutulması gereken olayların sürekli bir biçimde gündemde tutulması rahatsızlığın membaıdır. Bunun çaresi, huzura gölge düşüren hatıra çöplüğünü ilelebet boşaltmaktır.
*Tek taraflı, ya da sürekli olarak hep tek taraftan beklenen fedakârlık, “fedakârlık” olmaktan çıkar ve “feda etme” özelliğine bürünür. Kişinin, kendisini muhatap ve ortağının yerine koyması ve rolünü ona göre oynaması gerekirken sürekli bir biçimde fedakârlığı hep ondan beklemek ve bunu kendisin doğal hakkı olarak görmek saadet yuvalarını zindana çevirir. Saadethane olması gereken yuvayı zulümhaneye dönüştürür. Yükün paylaşılması, her taraf için “kaldırabilme” kabiliyeti verir ve birilerini ezilmekten kurtarır. Kerhen yapılan hareket ve tavırların yerini can-ı gönülden yapılan fedakârca davranışlar alır. Kuşkusuz, bu da sevinç ve güzelliğin habercisi olur.
*Hoşgörü kavramının aile sözlüğünden bütünüyle silinmesi, evi zindana çevirir. Ufak-tefek hatalar, -bu sayede- kocaman suçlama araçları haline gelir. Her şey birer tenkit malzemesi olur. Normal davranış ve yaklaşımlar bile, zamanla yanlış anlaşılır ve yanlış sonuçlar doğurur. Oysa abartılmayan küçük hareketler dikkat çekmediğinden zamanla görünmemeye başlar. Hata sahibi de kendisini kontrol ettiğinde bu davranışları silme ve tekrarlamama imkânı bulur.
*Gücü aşan beklentiler huzursuzluğun önemli bir kaynağıdır. Muhatap ve ortağın bilinen ve malum olan bir gücü olduğuna göre; kendisinden, bu gücün çok ötesinde bir beklenti içerisine girmek ve onu bu beklentiyi gerçekleştirmeye zorlamak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu zorlama, ya muhatabı meşru olmayan yollara sürükler; ya da sonu gelmez tartışmaların başlangıcı olur. Oysa ayağın, yorgan boyunda uzatılması sağlığın teminatıdır. Maddi-manevi sağlık ve huzur, gücü aşan hareket ve beklentilerden uzak durmakla elde edilir.
Aile saadetimizin devam etmesi dileğiyle…