Reşat Kızılateş
26 Ocak 2009
Dün gece Sayın Fakıbaba’nın katıldığı bir sohbet toplantısına davetliydim. İnsanların nabzını tutmak için biraz erkenden yerimi aldım.
Sosyolojik olarak katılanları ve Fakıbaba’yı sessizce izledim.
İnsanların tepkilerini, hassasiyetlerini, duygularını ve Fakıbaba’ya olan sempatilerinin nedenlerini analiz etmeye çalıştım…
Her kesimden, her meslekten, her görüşten, her partiden insan var.
Aman Allah’ım bu ne sevgi!
Bu ne heyecan!
İnsanlar yerinde duramıyor.
İnsanlar dolmuş. İçlerini dökmek istiyor.
İnsanlar Fakıbaba nezdinde Urfa’ya haksızlık yapıldığını haykırıyor. Halka rağmen partisinden aday gösterilmemesi halkta büyük öfke ve hayal kırıklığı yaratmış.
Durum Fakıbaba’yı aşmış bir demokrasi sınavına dönüşmüş.
Daha Fakıbaba ve ekibi gelmeden yorumlar başlıyor!
Bir “ceket” meselesi var dilden dile dolaşan. Biraz sonra anlıyorum ki Başbakan ile vekillerimiz arasında bir ceket lafı geçiyor.
Başbakanı ikna etmek için “ceketiniz bile Urfa’da seçimi kazanır” türünden bir sözün sarfedildiği dile getiriliyor yüksek sesle…Buna çok içerlenmiş insanlar!
Emekli bir öğretmen temizlik konusuna değinerek “eskide çarşıda, sokakta çalışanlar plastik çizme giyerdi, bugün ayakkabılarımızın altı tertemiz,” diyerek söze başlıyor.
Bir başkası “biz istersek yaparız” devrinin sona erdiğini söyledikten sonra “çalışan bir başkanı bize çok gördüler” diye ekliyor.
Yanımda oturan tanıdık bir eczacı aynen şöyle diyor; “Fakıbaba’nın geleceğini duyunca İstanbul’dan gelen misafirlerimi bırakıp geldim. İçim yanıyor. Saat sabah 6’da kalkıp işçilerini motive etmek için sokak sokak dolaşan başka bir başkan var mı?”
“Başkan’ın makyajdan başka bir şey yapmadığını söylüyorlar. Belediye tabiî ki makyaj yapacak, şehri güzelleştirecek,”
“Fakıbaba’ya çamur atmak hoş değil, beş yıldır bu partideyken iyi de şimdi mi solcu oldu, komünist oldu, misyoner oldu!”
“Bu ateşin sönmemesi gerekiyor, 29 Marta kadar herkes odun atmalı,”
“Hangi partide olursa olsun oyum Fakıbaba’nın,”
…
Yorumlar tartışmalar devam ederken Sayın Fakıbaba ve arkadaşlarının içeriye girmesiyle insanların yüzünü bir tebessüm kaplıyor.
Oturuşu, kalkışı, konuşmasıyla bu insanların neden Fakıbaba’yı bağırlarına bastığını, kendilerinden biri saydığını bir kez daha anlıyorum.
Karşılıklı sohbet ve sorulardan sonra eleştirilere “onlar bizim vekillerimiz, başbakan ve vekillerimize saygımız devam edecek” diyerek söze başlıyor Fakıbaba.
Her zaman olduğu gibi mütevazi ve kibar.
Olgun yaklaşıyor tepkiler karşısında. Çok sakin ve kendinden emin.
Belediyecilik anlayışını, yaptıklarını, yapacaklarını abartıya girmeden, kimseyi suçlamadan, herkesin anlayacağı akıcı bir dil ile anlatıyor. Halkla arasında bir sevgi körüsü kurduğunu, sevginin olduğu yerde çözülmeyecek bir sorun tanımadığını söylüyor…
“Ben” diyor, “…seçilirsem partiler üstü hizmet anlayışına devam edeceğim. Benim aday gösterilmemem gayet normaldi. Çünkü ben parti propagandası değil, Urfa’ya hizmeti öne aldım. Partilerin propagandasını il başkanı yapar, diğer yetkililer yapar…”
“Ben Urfa’yı seviyorum, bana büyük bir metropolü verseler ben yine Urfa derim. Urfa’ya karşı içimden büyük bir sevgi akıyor…”
Son çaylar içilip Sayın Fakıbaba konuşmasını bitirirken insan psikolojisi konusundaki tecrübelerime dayanarak kendimce bir sonuç çıkarıyorum.
Siyasi olarak değil, psikolojik ve sosyolojik olarak olaya yaklaşıyorum.
Edindiğim sonuç bu Fakıbaba halkın gönlünde öyle bir taht kurmuş ki onu söküp atmak mümkün değil. Fakıbaba boşuna halkın Fakirbabası, Farklıbabası olmamış. Bu sevgi öyle kendinden oluşmamış.
Bu sevginin kaynağı Fakıbaba’nın kişiliğinde saklı. Doktorken de, baştabipken de hep sevilen biriydi.
Bu sevgi Fakıbaba’nın içinden taşan insan sevgisinden, halktan biri olmasından kaynaklanıyor aslında…
Yani kısacası Fakıbaba’yı “Fakirbaba” veya “Farklıbaba” yapan O’nun siyasi düşüncesinden çok hümanist ve sosyal yanıdır. Zaten liderleri lider yapan da budur. Halkla iç içe olmalarıdır. Halkla empati kurabilmeleridir…