Bülent Okutan
12 Mart 2008
Antalyalıydı çiçeği burnunda öğretmen, Aysel. Bakanlıkta çekilen kuralar sonucu şanlıurfa’ya atanmıştı. Yani Güneydoğu’ya. Ana babası onu yolcularken bir yandan da moral vermeye çalışmıştı, Antalya otogarında. ‘Hele bir git bakalım kızım. Belki o kadar kötü değildir. Hem orası da memleket toprağı değil mi, katlanılabilecek gibi ise sıkarsın biraz dişini, şark hizmeti sayılır, sonra dönüşün için bir çare bulunur’ demişlerdi.
Varlıklı bir ailenin kızıydı. Babası çalışmasına ise hiç taraftar değildi. Kurada Güneydoğu çıkınca, ‘ıstersen gitme kızım. Sana Kaleiçi’nde bir hediyelik eşya dükkanı açarız. Senin için bir uğraş olur, buralardan da kopmaz, sıkıntıya girmezsin’ demişti.
O ısrarlıydı. ıdealleri vardı. Taa ortaokuldan beri. Öğretmen olacak, o çok sevdiği çocukları okutacak, sevgi yumaklarının bir parçası olacaktı. O Aysel öğretmen olmak için yola çıkmıştı.
Tabelada ‘şanlıurfa 10 km’ yazıyordu. Herkes gibi yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Yol boyu okuduğu kitabı çantasına koyarken, dağılan saçlarını toka yardımı ile topladı. Otobüs son virajı döndüğünde, inmeye hazırdı Gördüğü manzara beklediği tablo değildi. Yoksa o TV haber bültenlerinde ki asparagas ilkellik gerçek miydi diye düşündü bir an.
Önce toz toprak bir yol inşaatının içine girdi koca araç. Sonra da küçücük bir otogara. Perona yanaşan otobüsten inerek sağ bağaja yöneldi, valizi oradaydı. Muavin acele eden yolculara karşı, sitemle karışık fırça atıyordu ;
‘ıki dekke bekleyin. Elli saat yol geldiz. Beş dekke valiz için sabrede misiz. Herkesinkini veracağıh. Az müsaade’
Kenara çekilip ellerini önünde kavuşturarak, ikazın da etkisi ile sırasını bekledi. Uzun yoldan etkilenmişti. Kulakları uğulduyor, ayakları zonkluyordu. 15 Numara etiketli valiz onundu. Fişini vererek teslim aldı.
Peronun yanındaki kaldırıma çıkıp, ellerini güneşe siper ederek, geldiği şehre baktı. Bir yamaç ve birbirinin üstüne yığılmış, yüzlerce sözüm ona konut vardı karşısında. Hani o Güneydoğu’nun tasvir edildiği karikatürlerde, içinde sadece karanlık pencerelerde ışıldayan birkaç gözün olduğu, garip yapılar işte. ‘Ben bunlarda mı yaşayacağım’ diye sordu kendi kendine.
Tekerlekli valizini sürüyerek, camında Antalya yazan ilk otobüs firmasının kapısından içeri girdi. Tezgahın arkasındaki mavi gömlek, lacivert kravatlı görevliye düğümlenen boğazından çıkan, sesinin bildiği en kısık tonu ile sordu ;
‘Antalya’ya ilk otobüs ne zaman?’
Sizce bu yaşanmış bir hikâye olabilir mi? Ben ihtimal vermiyor değilim. Yaşandığına da eminim. Bu yaşanmamış olsa birileri kalkıp ta ‘Urfa’ya gelen ağlar, giden ağlar’dermiydi hiç?
Otogar’ın yerinin iyimi kötümü olacağı, hatta neresi olacağı tartışmalarına pek yanaşmadım. Birkaç yazımda da gereksiz bir polemiğe girildiğini, Belediye Başkanı’nın bildiğini okuması gerektiğine dikkat çektim.
Geçtiğimiz gün bir dostum yanımdaydı. Otogar’ın yeni yerini görmüş. Aynen şunları aktardı bana ;
‘Gaziantep yönünden gelenler otobandan çıkıp, Çevre yolu marifeti ile garaja girecek. Diğer yönlerden gelenler ise direk çevre yolundan giriş yapacaklar. Ve otobüslerden inenler şehre en modern tarafından merhaba diyecekler. Sence bu bile Otogarın yeni yerinin uygunluğu için yeterli değil mi?’
Bir cümle ile cevap verdim dostuma ;
‘Evet hiç değilse artık gelenler değil, sadece gidenler ağlayacak bu kentten’
Yanlışmıyım?