Bülent Okutan
14 Aralık 2007
(Fırıncı çırağı Mehmet A. ekmek götürdüğü evden dönerken, düştüğü asansör boşluğunda, feci şekilde yaşamını yitirdi ; Basından)
Vakit öğlene yakındı. Kenar bir mahallede öğretmenlik yapan Kübra, oturduğu apartmanın önüne vardığında yüzündeki yorgun ifadeye,öfke de karışmıştı. Al işte yine binanın dış kapısı kapalıydı. Açılmayacağını bile bile otomatın düğmesine bastı. Çalışmıyordu işte. Ne zaman çalışmıştı ?Elindeki ders kitaplarını binanın girişindeki duvarın üzerine koydu ve çantasını açtı. Ne yok tu ki içinde. Kalemler, kredi kartları, ekstreler, tebeşir parçaları, silgiler daha neler neler. Hani kedinin yavrusunu kaybetse bulamayacağı türden bir karışıklık. Güçlükle bulduğu anahtarla yerinden düşmüş kapıyı, bir omuz darbesi ile açtı.Zor bulmuştu bu daireyi. Altıncı kat falandı ama, başını sokup barınmasına yetiyordu ya, olsundu.
Yanmayacağını bile bile koridorun ara ışık düğmesine dokundu. Nafile. Belli ki hala ara otomatiğin borcu ödenmemişti. Cep telefonunu çıkardı, cılız ışığın yardımı ve el yordamı ile merdivenlere yöneldi.
Üçüncü kata geldiğinde merdivenleri aydınlatan ışıkla daha rahat çıkmaya başladı basamakları. Yan yana iki dairenin açık kapısından yansıyordu aydınlık, ara koridora. ıkisinin de kapısında kimse yoktu. Ama, dairelerin içinden aşık misali bir atışma yapılıyordu dışarı doğru. Emekli Tapu memurunun hanımı, antreden geçerken başını dışarı uzatıp, elindeki yemek tenceresi ile söylene söylene geçti salona
-Bana bak hanıııım, kabahati başkasında ara. Benim ki altı ay yöneticilik yaptı da noldu? Yaranamadık ki kimseye. Biz mecbur değiliz cebimizden, ara ışığın parasını, asansörün tamirini ödemeye. Ödüyoz da noluyo, toplayana kadar canımız çıkıyo. Çok meraklıysan seninki yönetici olsun da görelim bakalım napçak?
Hedef dairenin kapısı büyük bir gürültü ile kapandı.
Kübra öğretmen anlamıştı kavganın sebebini. O katı geçince yine cep telefonu yardımına yetişti. Ekran ışığı ile varmak istediği, dairesine çıkmak için, karanlık merdivenlere yöneldi.
Fırıncı Adil baskılı çeyrek gazete sayfalarına, seri bir şekilde ekmekleri sarıp sarıp uzatıyordu. O hengamede başının hizasında ki tahta rafta bulunan telefon, acı acı çalmaya başladı. Unlu elleri ile, klasik Alo kelimesini kullanmadan,beklediği talebe otomatik olarak yanıt verdi;
-Eveeeettt.
-Anladım iki tırnaklı, beşinci kat, 10 numara. Hemen geliyor.
Mikserin olduğu odada ki Çırak Mehmet hamur yoğurma makinesine su katarken düşünceliydi. Akranları şimdi okuldan çıkmış güle oynaya evin yolunu tutmuşlardı bile. Bir çoğu önlükleri ile gelip evin ekmeğini alır ve Mehmet hamur odasının kapısına yaslanarak özlemle seyrederdi onları. On milyon haftalıkla babası yerleştirmişti onu oraya. Keşke okula gitseydi de on kuruş bile harçlığı olmasaydı. Ama olmamıştı işte.
Ustasının seslenmesi ile irkilip düşlerinden uyandı. Aldığı iki tırnaklı ile çıktı ekmek yapılan, ekmek teknesinden.
Çamurlu sokağı koşarak geçti. Önüne bağladığı küçük önlüğünden dökülen unlar, yağmur sularına karışıp ters yöne akıyordu. Binanın önüne geldiğinde dış kapının kapalı olduğunu fark etti. Nasıl açacağını da bilmiyordu. Beklerken üşüdü. Dirseklerine kadar çemrediği gömleğini indirip kollarını örttü. şansı vardı. Bir bina sakini anahtarı ile dış kapıyı açınca arkasından o da girdi içeri. Asansör çalışmıyordu. Merdiven demirlerinin ve dairelerden sızan cılız ışıkların yardımı ile beşinci kata ulaştı. ıki tırnaklıyı verdi. Kapıyı açan hane sakini 600 kuruş yerine bir beşyüzlük, bir ikiyüzelliği Mehmet’e uzatırken, ‘yüzelli de senin’ dedi.
Un bulaşıp beyazlaşmış kirpiklerinin gizleyemediği kapkara gözleri ışıldadı. Zaten o bahşişlerde olmasa hiç çekilmezdi, bu apartmanların tepesine iki ekmek için tırmanmalar. Merdivenin başına geldiğinde gözü asansörün kapısına takıldı. Belki de çalışıyordu?
Kapıyı açtı ve kör karanlığa adımını attı. Sanki ayağının altından bir şeyler kaymıştı. Ellerini bir umutla uzattığında tırnakları düşmemek, tutunmak için uzun süre beton duvarları sıyırdı. Ama bir boşluktaydı ve rutubetli havayı soluyarak aşağı uçuyordu büyük bir hızla. Minik bedeni metreler sonra sert zemine gürültü ile çarptı. Sımsıkı kapalı elinin parmakları gevşedi ve avucunda ki o iki madeni para bir süre yuvarlandıktan sonra, usulca yana devrilip düştü.
VE SON SÖZ
Bu ülkede Mehmetler, Mehmetçikler neden ölüyor biliyormusunuz? Çünkü bazen bir arada yaşamayı beceremiyor, bunun sorumluluklarını yerine getiremiyoruz. Lütfen çok geç olmadan bunu başarıp, gereklerini yerine getirelim. Getirelim ki artık küçük, büyük Mehmetlerimiz ölmesin. Ne olur!…