Bülent Okutan
19 Ocak 2007
Soğuk kendini iyiden iyiye hissettirirken gözleri yer yatağının az ilerisinde ki sobaya takıldı. Ocağa benzetti bir an katalitik sobayı. Tüple çalışıyordu çünkü. Çocukluğu aklına geldi birden. Yaşlı annesi yemekten sonra odanın ortasına küçük masayı getirip koyardı. Masanın altına da babasının yemek sonrası kahvesinin piştiği mangalı. Ateşi geçmek üzere olan mangalı. Yün yorganın altına üşüşürlerdi kardeşleriyle. Sıcacık olurdu yorganın içi. Dışının sohbeti ise bir başka sıcaktı. Dışarda ki sokak lambasından sızan ışık takvimin olduğu duvarı aydınlatıyordu. Yaprağı koparmayı unuttuğunu anımsadı. 19 Ocak değil di ki. Ama soğuktu bunun için de kalkılmazdı. Soğuktu, aklına yıllar öncesinin Urfa’sı geldi bir an. Hani o üstü açık yazlık sazlarda çalıp söylediği yıllar. Nafıa Müdüründen tutunda, Maarif Müdürüne kadar takım elbise ile gelir içerlerdi kendisini dinlerken. Hep ortada otururdu sahnede, ayaklarının altında ihmal etmediği tahta kürsüsü ile. Kürsü hem cümbüşüne destek verirdi, hem de yerin soğuğunu geçirmezdi topuklarına saatler boyu. Üstü açık, yazlık sazlar kapanınca onunda yaşamında bir şeyler kapanmıştı. Penceresiz pavyonlarda boğulacak gibi olurdu. Nereye gitmişti o kravatlı insanlar, masalarında ki vazolardan aldıkları çiçekleri arada dolaşan sigara satıcısı bayanlara verenler. Yine güzel çalıyor, güzel söylüyorlardı, ama karşılarında ki gülen yüzler gitmiş, kötü bakan birileri oturmuştu ön masalara. Zor yıllardı vesselam. Yün yorganı gözlerinin hizasına kadar çekti. Neredeyse yarım asrı geçkin süredir hayat arkadaşı olan Fatma çoktaaan uyumuştu. Yağmur durmuş, yan sokaktan akan suların sesi de kesilmişti. Aklına bir an Mecbalbahir geldi. Babasının elinden tutup onu götürdüğü o sihirli Çay bahçesi. Mecbalbahir’de çalan o gramafon. Ve pür dikkat dinleyen müşteriler. Çaylar bile karıştırılmadan içilirdi, sessizlik bozulmasın diye. Ne olmuştu müziği bu kadar çok seven insanlara. Müzik çalınır, şarkılar söylenir ve dinlenirdi. Dansöz neyin nesiydi. Cümbüşün yanında ne işi vardı, gitarın, orgun. Birden aklına son öfkesi geldi. Oğlu Naci ile otururken dükkana röportaj için gelen gazeteciye söyledikleri. Bülent Okutan’dı adı galiba. “Pir niye küstün, niye artık söylemiyeceksin “diye sormuştu. Küsmemişti aslında ama hazmedemiyordu. Verdiği cevap aklına geldi. “Bak Okutan, demişti, sardığı kaçağı ona uzatırken “ Ne demişti Köroğlu, Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu. Sıra gecelerine de gitar, org, dansöz girdi oda bozuldu, artık söylemem işte bu böyle bilinsin” Bu soba da nasıl sobaysa ısıtmıyordu işte. Mutfağın ocağı gibi yanıyordu. Hem ne kadar çok şey gözünün önünden bir film şeridi gibi geçmişti bu gece. Allah sonunu hayır eyleyeydi. Yandaki evin takalarında ki güvercinlerin uğultusu, sabahın habercisiydi. Yüzünü sobanın olduğu yöne döndü. Yorganı biraz daha sıkıştırdı bacaklarının arasına. Yaşlı gözleri kısılırken, sobanın ateşinin de azaldığını fark etti. Ama göz kapakları artık bir şeylere direnemiyordu ve ağırlaşmıştı sanki. Güvercin uğultularına, her zaman erken uyanan Bıçakçı pazarı esnafı komşusunun açtığı, radyodan yükselen belli belirsiz melodiler karışmaya başlamıştı. Bildik melodiler. ıyice ağırlaşmıştı yaşlı bedeni. Direnmekten vazgeçti, bıraktı kendini o koyu karanlığa. Güvercinler bir an uğultulu seslerini kestiler. Ve Bıçakçılar mahallesinin sokaklarını bir bıçak keskinliği ile bildik bir gazel kapladı ; “Ocağım söndü, bu ne beladır, Bırakıp getti, bu ne devrandır” Ocak söndüğünde koparılamayan takvim yaprakları 20 Ocağı gösteriyordu ve o bırakıp gitmişti devranı. Ruhun şad olsun PıR. Huzur içinde uyu.