İbrahim Dülger
7 Mayıs 2008
“Anne”, yaşamın en güzel ve en içerikli sözcüğü bence…
Oldukça kısa ve zayıfça olan Annem; en eski anılarımda; yığınla çamaşırların arasında, pek de iri olmayan bedeni ve elleriyle leğendeki çamaşırları çiteliyordu.
Parlak gözleri, hafifçe çilli yüzünün ortasında ilk bakışta göze çarpardı. Sürekli sağa sola dönen bedeni, yuvasını kurmaya çalışan dişi bir kuşun gayretkeşliğini andırıyordu.
Bu çabası; sabahın ilk ışıklarıyla başlar, gecenin geç saatlerine kadar sürerdi. Yedi kişiyle kalabalıkça sayılabilecek ailemizde, on yaşları civarında. Ablam ve beşikte sallanan bebekle beş kardeştik.
Ufacık bedeni ile annem, onca işin üstesinden gelirdi. Bazen yaptığımız yaramazlıklar nedeniyle bağırıp çağırdığı, isyan ettiği de olur, bizleri, “Babanıza söyleyeceğim” tehdidi ile ancak yatıştırabilirdi. Öğretmen olan babam, akşam eve geldiğinde anneciğimi sabırla dinler, onu sakinleştirir, Bizleri de sert bakışlarla; “Bir daha annenizi sakın üzmeyin” diye tembihlerdi.
Kış geceleri köz haline gelen mangalın üzerine atılan yorganla adına tandır denilen düzenek kurulurdu. Yorganın altına uzattığımız ayaklarımız bir süre sonra ısınır. Bizleri dünya tatlısı bir uykunun kucağına alır, uyuturdu. Anneciğim de yanı başımızda ikiye katladığı yastığa koyduğu başı ile günün yorgunluğunu çıkartmaya çalışır, bir süre sonra da uyuya kalırdı.
Bu arada Hatice ninemi; defalarca dinlediğimiz, ama her anlatışında ayrı bir haz duyduğumuz “Iglısa ile Mıglasa” isimli masalını, tüm kardeşler yeniden anlatması için razı etmeye çalışırdık. Hayalimizde canlandırdığımız masal kahramanlarının sözlerinin bir tekini atlamamacasına pür dikkat dinler, eksik kalan sözleri hep birlikte koro halinde tamamlardık. Kişiliğimin oluşumunda annemin gayretliği, babaannem Hatice’nin yumuşak tonda etkili ses tonunun izlerini taşırım.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan annem, kahvaltı ve okul çağındaki çocukların hazırlanışı işleriyle yeniden güne başlardı. Yuvarlak yer sofrasının etrafında, babam ve annemle birlikte olmak müthiş güzeldi. Beşikteki kardeşimin bakımı ve emzirilmesi annemin, bunca işinin arasında belki de daha az hareketli, dinlendiği anlarıydı. Başımı dizine koyup uzandığım anlarda saçlarımı okşaması bana güven ve mutluluk verir, saçlarımda elleriyle güleyim diye bit ayıklama taklidi yapması çok hoşuma giderdi.
Evin işlerini özenli ve düzenli yapardı. Gittikçe büyüyen ablalarımın ev işlerinde ona yardımcı olmaları Annemi biraz da olsa rahatlatmış, bu rahatlık da kardeş sayımızın kalanlarla birlikte yedi olmasını sağlamıştı.
Yaşadığımız Ceylanpınar beldesinden Urfa şehrine gelip yerleşmemiz, büyüyen bizlerin eğitimini sağlamanın yanında 60’lı yıllarda köylerden kentlere hızlanan göçün etkisiyle idi. şehir yaşamı hepimize çok farklı gelmişti. Kısa zamanda babamın dostları ve komşuların desteği ile şehir yaşamına uyum sağlamıştık.
1970’li yılların başlarında Urfa’dan üç büyük kente doğru başlayan göçlerde, babam tercihini daha önce görüp anlatmakla bitiremediği büyülü kent ıstanbul’dan yana kullanınca, Ailemizin yeni yuvası, Eyüp sırtlarında Rami’deydi.
Her şey çok farklıydı. Annem için hayat oldukça zorlaşmıştı. Çat kapı girdiği komşuluk ilişkileri ve dostluklar yoktu. Çok ta isteyerek geldiği ıstanbul’dan sıkılmıştı. Padişahların yaşadığı memleketse de onun alışa geldiği hayat bu değildi. ”Burası asri hapishane” dediği ıstanbul’dan Babamı da razı ederek ailenin bir kısım bireyleriyle çok sevdiği Urfa’ya geri döndü.
Zaman su gibi akıp geçti. Onlar yaşlandı, bizler ergenleşip büyüdük. ış ve meslek sahibi olduk. Yaşamının her çağı ayrı bir meşakat ve zorlukla geçen annem zaman zaman “Benim beyaz günlerim bugünler” der. Geride kalan yorucu günleri anımsardı.
ışlerin azalması, elektronik makinelerin verdiği rahatlık, beslenme, zayıf ve sıska olan annemi şişmanlattı. Cüssesinin irileşmesi hoşuna gidiyor gibiydi. Öyle ya! ‘bir dirhem et, bin ayıbı örter’di. Sağlık göstergesi sanılan şişmanlık beraberinde sinsi bir tehlikeliyi de içeriyordu. Dengeli ve az tuzlu, beslenmesini tembihlediğimiz annem, bildiğini, okur, oluşan sağlık sorunlarını aşmak için de bol miktarda ilaç kullanırdı.
Sağ tarafına gelen inme bütün aile bireylerini bir araya getirmişti. Özenli bakım gerektiren bu hastalıktan kurtarılması için ben ve ablamın verdiği mücadele bizleri sağlıklı iyi bir insan olarak yetiştiren küçük dev; Annemi ayağa kaldırmaya yetmedi. Çabalarımızda gösterdiği gayret, Annemin hayata bağlılığının ve bize sevgisinin kanıtıydı.
Sevecen, şen şakrak, konuşkan bir yapısı olan Annem, eski günleri yâd etmeyi çok severdi. “Ahh gurbet!” diye iç geçirir, uzakları seyretmek için oturduğu penceresinin önünde ellerini birleştirip oturuşu ile Mardin’li Mona Lisa’yı andırırdı. Yüzünün bir yarısı mahsun, öbür yarısı hafif tebessümlü.. Ya elleri? Doğuştan hafif kıvrık parmakları, hafif damarlanmış ve nasırlı… Mona Lisa’nınkilerinden daha güzel ve harikulâdeydi benim için. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ hayalimden gitmez anneciğimin güzel elleri.
Bizleri doğurup büyüten Annelerimiz hiç kolay yaşamadılar ki!
Mayamızın teknesi olan bu kutsal varlıklar, Anneler; eğitilerek, özgürleşip yüceltilmedikçe, kurtuluşu gerçekleşmeyecek toplumumuzun…
Yaşayan Annelere sağlık ve mutluluk, yaşayıp göçen Annem ve annelerin ruhları şad olsun.