İbrahim Dülger
13 Şubat 2008
şubat’ta, masmavi gökyüzünde; göz kırpıştırarak, cemrelerin yakında düşeceğinin ilk müjdelerini verircesine parlayan güneş, yaydığı sıcaklığı ile bir dost gibiydi Karaköprü’de
Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün Karaköprü Akkuyu mevkiindeki ağaçlandırma sahasındaydık..şanlıurfa Gazeteciler Birliği’nin önderliğinde yapılacak ağaçlandırma çalışmasına katılmak, doğal ortama katkı sağlayabilmem açısından bulunmaz bir fırsattı benim için.
Ağaç dikme sevdalısı Sayın Ömer Elçi ve Mehmet şansal beylerle heyecanla başladığımız dikme işlemine devam ederken, gazetecilerin bir kısmı ağaç dikimini haber yapmak için kolları sıvamıştı bile. Çekilen fotoğraflar eşliğinde her fidanı toprakla buluşturmamız mutluluğumuza mutluluk katıyordu. Ömer Elçi bey’in Urfa’da gönüllü yürüttüğü ağaçlandırma çalışmaları, dikim alanına gelen tanıdıklarca takdir ediliyordu. Alçak gönüllülüğü elden bırakmadan ”Ağaç dikmenin yararlı olduğunu sonunda anlayacak halkımız. Ektiğimiz bu fidanlar gibi tutacak bu anlayış, topraklarımızda yeşil kuşaklar olacak.” Diyordu Emekli Öğretmenim.
Görevini tamamlamamıştı besbelli, yaşadığı çevre ve halka karşı. Yeni projeleri vardı. Hedefe mutlaka ulaşmalıydı. Gelecekte de yaşanabilir bir dünya var olsun diye..
Bütün ağaçları biz ekmeliydik. Hayırlı işlerde dinsel öğretinin ödül olarak vaat ettiği sevapları kazanmak için. Bunca sevabına rağmen; her nedense toplumumuza veremedik; çevreyi koruma, ağaç dikme bilincini…. Ne camide, ne okulda, ne tekkede ve evde.
Doğal şartlar, şiddetli kışlar, savaşlar, artan nüfus yok etti, talan etti doğal ormanları. şimdilerde de düşen azıcık yağışlara yetmeye çalışan meraları, kırları; tarla açmak bahanesiyle yok edip, erozyona teslim ettik elbirliğiyle.
Azalan yağışlara, değişen iklimlere küresel ısınmaya, sağanak yağışlar sonucu oluşan sellere; sebepler ararken; ”Biz nerede yanlış yaptık” sorusuna: “Doğal ortama biz hep yanlış yaptık” cevabı en doğrusu bence..
Dikim alanından dönüşte, aşağıda şimdilerde vadisinde su bulunmayan, ancak yatağı dahi doldurulup dev apartmanlar dikilen güzelim Karaköprü Çayı’nın kalabilmiş bölümleri gözüme ilişti. Yanan kalorifer bacalarından çıkan dumanlar yoğun bir hava kirliliği yaratırken vadide; yüksek yapılar, havayı temizlemeye çalışan rüzgâra bile izin vermiyordu.
Sel etkisi yaratacak şiddetli yağışlarda ne olacak bu yapıların hali? Olacakları bilmek için kâhin olmak gerekmiyor. Her defasında; yaşayıp ders alamadığımız gibi.
Harran’dan başlayıp kuzeye yönelen Bozova fayının orta kısımlarına yerleşmiş derenin oluşturduğu vadinin doğu yamacında kurulmuş olan Karaköprü; camisi, okulu, meydanı, kahveleri ile Türkmen ve muhacir (sığınmacı) ailelerin oturduğu, az nüfuslu, şirin mi şirin bir köydü.
şehirdeki havadan bunalanların, kendilerini attıkları çınar altlarındaki kahvelerde içilen çaylar; yazın sıcağında üzerinden kara taşlarla örülü köprüsünden geçilen deresinden gelen sızakla oluşan serinlikte pek keyifliydi.
Akpınar’daki içkili lokantalardan yükselen nağmeler; derenin usul usul akan sesi ile karışarak, eğlenen insanların mutluluğunu kanıtlıyordu.
Narlıklar ceviz, dut ve çınar ağaçları ile dolu vadi; Belediye otobüslerinin sefere konulması ile çoğu Urfalının hafta sonları ”kıra gitme” alanı olmuştu. Bazen, birazda inatçı bahçe sahiplerinden izin alınınca; dut ağaçlarının altında oturup piknik yapmak, yakalandığımız sağanak bahar yağmurlarına rağmen, leğenlerde yoğrulan çiğköfteler biraz sulu kıymaya dönüşse de güzeldi.
Küçük kardeşlerimize salıncak kurduğumuz, bazen de binerek çocukluğumuzu yaşadığımız ulu ceviz ağaçları nerede?
O güzelim doğayı; yanlış imar plânlarına ve çıkarlarımıza kurban edip, parselledik, hunharca yok ettik.
Yaratabilir miyiz bir Karaköprü daha !?
Binalar dikilirken bunun günah olduğunu, sevabın yanında öğretemedik.
Nar şenlikleri yapılırdı 60’lı yıllarda Karaköprü’de. Tanesi bir kilograma yakın gelenini daha dün gibi hatırlıyorum. Bir adedinden bir maşrapa nar suyu çıkardı Faydalarını yeniden keşfederken, o yerli nar cinsini de kaybedip; ıran narına muhtaç olduk. Bazı insani değerlerimizi kaybettiğimiz gibi…
‘Karaköprü narlıktı, güzelliği bir varlıktı” Değil şimdi! Çirkin, ruhsuz yapılarla dolu artık..
Herkesin Karaköprülü olması için çok sebep kaldı mı ki sizce?
Yığınlarca nüfus ve bina.
Yamaçlarda pikniğe gelenlerin rastgele bıraktığı, hafif rüzgârla şişen, boynunu topraktan uzatmış yabani zambağa gölge edip, onun güneşe uzanmasına engel poşetler…
Siyahlısı, mavilisi, kırmızısı, beyazı, rengârenk çirkin bir doku oluştururken; Toprak anada bıraktığımız, yozlaşan kültürümüzün ayak izlerinin nişanesi gibi
Karaköprü yamaçlarında artık; şakşakolar, hardallar, yılanyastıkları deve dikenleri, gülazerikler, nergisler, peygamber çiçekleri, adonisler, zambaklar sütleğenler, geven çalıları, çiğdemler, kengerler, kemeler, öten keklikler yok artık!.
Üreyemeyecek de!
ınsan denen; kendinden başkasını düşünmeyen canlının yaptığı yapılardan, çevreyi tahribinden dolayı
Aynı zamanda kendi sonunu da; piramitler gibi yükselen binalarda hazırlarcasına..
Yok oluşun son çeyreği gibi bu; çok bilmişçesine, küresel ısınma olgusu konuşmaları yaparken… 10.02.2008