İbrahim Dülger
13 Aralık 2006
Yorgun geçen haftanın bitiminde pazarın gelişini mutlulukla karşılarız. Sabah yatak keyfi yaparak dinlenerek, sonra; hafta içi pek gerçekleşmeyen sabah kahvaltısı ne güzel olur. Annelerin o gün biraz daha özenerek hazırladıkları sofraya babalarında yumurtalı omlet katkısı.. Pazar sabahı keyifle uyanıyorsunuz. Bugün pek de iyimsersiniz. Bir kedi çevikliği ve sevimliliği ile babası ve annesinin arasına sokulan çocuklarınız, mutluluğunuzu daha da arttırıyor. Birden bir takırtı başlıyor. Kulak veriyorsunuz, üst komşudan geliyor. Sesler, gürültüler. Düşünmemeye çalışıyorsunuz. Hanıma soruyorsunuz çaresizlikle; “Ne bu gürültü?” “Üst komşuya tesisatçı gelecekti” diye söyleniyor: “Tam da bu günü mü buldular!” Sineye çekiyorsunuz çaresizlikle, komşu hatırı diye… Bütün büyü bozuluyor. Söylenerek çıkıyorsunuz yataktan. Mutfaktan güzel kokular gelmeye başlıyor siz banyodayken. Komşudaki gürültüyü duymuyorsunuz zil çalan midenizin kazınmasından… Çocuklar annelerinin etrafında koşturarak dönüyorlar şamatalarla, yumurtalı sucuğu yapmanız için. Mutfağa çağrılıyorsunuz. Babanın pişirdiği yumurta pek revaçta.. Değişik bakaratlarla da süslenince pek nefis, sihirli bir lezzet gibi. Komşudan gelen gürültü azaldı sanki.. Daha lokmayı ağzınıza götürmeye kalmadan, kulaklarınızı sağır edercesine bir tırıltı ile donup kalıyorsunuz. Ses dışardan çok yüksek geliyor. Balkona fırlıyorsunuz. Evet yine aynı ses, aynı manzara; Fırın önünde koca bir kamyon, üzeri boyu uzunluğunda dizili ağaç gövdeleri.. Onların da üzerinde bir “Terminatör” edasıyla, elindeki hızarı ile işçi.. Kamyonun üzerindeki ağaçları uygun boyutlarda doğrayarak aşağı yuvarlamakta pazarın sessizliğinde. Canavarın çıkardığı ses gibi yankılanıp duruyor, beyninizde bir burgu gibi.. Hayıflanarak mutfağa dönüyorsunuz. Sofrada seslerinizi birbirinize işittiremiyorsunuz. Saate bakıyorsunuz; 09.00 suları gibi.. 3 saatten aşağı bitmez bu gürültü. Ne yediğinizi anlayamıyorsunuz. Daha önceleri de yaptığım gibi, vatandaşlık hakkımı kullanmak amacıyla Belediye’nin Beyaz Masası’nı arıyorum. Telefonun ucundaki görevliye sorunumu anlatıyorum. Adresi veriyorum, ismimi soruyor. “Gerekli mi?” Diyorum. “Evet, yoksa işleme koymama talimatı var” diyor. “Ne alakası var. Vatandaşım. Herkes rahatsız. Siz lütfen sorunu çözün” diyorum. Sahte isim de verebilirim oysa. Tartışıyorum. ıyimser ve mutlu kalktığınız pazar sabahı, işte ne hale geldi?.. Telefonu kapatıp, tekrar balkona çıkıyorum. Terminatör hızarcı işine devam ediyor. Sokak sakinleri tepkisiz. Oysa karşı apartmanda felçli hasta, bebekleri olan aileler var. Arka tarafta etüt merkezinde ders yapılıyor. Herkes toleranslı. Hoşgörü değil bu; Çünkü zorunluluk yok. Ormanda sanıyorsunuz kendinizi, “Kentimize sahip çıkalım, “Yaşanabilir kent” sloganları ile kampanyaların başladığı haftada. Aklımdan ailemi alıp ormanda sessizliği yaşamayı geçiriyorum bir an.. Son bir kaç yıldır başladı bu adet.. Ucuz Çin malı hızarlar çoğalınca; Kimse kimseyi düşünmüyor. Oysa pazar günü herkes dinleniyor. Nakliyeyi ucuza getirmek kendi çıkarı, vatandaş rahatsız olmuş ne gam? Eskiden “Nacak” denilen alet vardı. Yaş dallar, ağaçlar kesilirdi fırıncı çırakları tarafından. Böyle ses, gürültü de çıkmazdı. Çözümü yok değil ki. Ama kolaylık bu, başkalarının rahatsızlığı pahasına!.. Biliriz zordur işleri fırıncıların: Ateşin karşısında çalışmak. ışçi, moliye bin bir sorun odun ateşinde (eskiden meyan otu ile) ekmeğimizi, aşımızı hele hele her sabah, mis gibi kokan isot’umuzu pişirirler ya! Büyük nimet. Son zamanlar da evlere servis de yapar oldular bunca zorluğun arasında. Adetti eskiden fırın da pişen aşın isotun parasını ateş önünde yaz, kış ter döken “şatır”a vermek. Rekabetten o güzelim adette kalktı, daha mı bencilleştik ne? Bir ekmek parası tutarındaki ücreti vermemek için… Sonra kızarız, çömleğimiz, tepsimiz, lahmacunumuz iyi pişmedi diye. Emek hiç bedelsiz olur mu!? Fırın çoğu ailenin sanki mutfağı gibi.. Acaba hızar sesine tepkisizliğimiz, isotumuzu beleş pişiriyor diye mi? Görevliler gelmeli diyorum. Bekliyorum. Gürültü son hızla devam ediyor. Tekrar telefona sarılıp Beyaz Masa’ya soruyorum. Yakınlar da zabıta aracı olmadığını birazdan gelebileceklerini söylüyor. Fırıncı Odası’nı aramayı düşünüyorum. Fırınları bu uygulamadan men etsinler diye. Pazar günü dernekte kimse yoktur diye vazgeçiyorum. Tebessüm ediyorum, sonra kendi kendime. Belki pazar günkü bu zulmü Oda Başkanı da başka bir fırının yanında çekiyor çaresizce! “Gürültüsüz bir kent”, “Gürültü kirliliğine son” Ne güzel sloganlar bunlar. Çabalar sonucu daha temiz bir kent oluşmadı mı ki son zamanlarda Fırıncılar Odası da duyarlı davranıp üyeleriyle konuşup çözecek bu gürültülü odun kesmersini… Apartmanların altında ileri saatlere kadar çalışan internet kafeler, matbaalar, işyerleri gecenin sessizliğinde rahatsız edici gürültüye neden olurken, apartmanlardaki yakınını aracında oturarak yüksek sesli kornası ile çağırmak, sabah okullara öğrenci taşıyan servislerinin olur olmaz yerde çalınan klaksonları, gecenin bir yerinde aska gelerek ateşlenen, karanlığı yırtan silah sesleri, komşunun sabahlara kadar süren yüksek sesli televizyon izleyişi hepimizi rahatsız etmiyor mu? Sineye çekmiyorum hep “idare et” diye. Çaresizlik, bazen de pek ağdalı küfür ve sözler.. Hepimiz günlük yaşamda gürültü çıkarmak için birbirimizle yarışıyoruz adeta.. Konuşurken bile yüksek sesle bağırıp anlaşılmaz bir gürültü yaratıyoruz bir marifetmişcesine.. Oysa; okuyupta anlamadığımız kutsal kitabımız Kur’an; yüksek sesle bağırıp konuşmayı “Eşşek sesine” benzetirken, daha yumuşak sesle konuşmayı tavsiye ve men etmiyor mu? Bir anlasak ortak yaşamın gereklerini, bilinçlensek özgürlüğümüzün bittiği yerde başkasınınkinin başladığını idrak etsek. Yasalarda yüksek desibeldeki seslere para cezalarının verilmesi çözmüyor sorunu. Herkes sorumluluğunu bilmeli, yüksek ses ve gürültü kulak sağlığımızı da tehdit ediyor. Kulak rahatsızlıkları hiç de az olmayan bu toplumda yüksek sesli müzik dinleme, kilaktan eksik olmayan müzik aletinin ve telefonunun kulaklıkları (Wolkmenler) az da olsa bu haneden değil mi sizce? Göz ucuyla perdenin aralığından bakıyorum odun yüklü kamyona. Terminatör hızarcı hala kesiyor. Severiz kesmeyi, yıkmayı. Çünkü çok kolaydır, yapıp üretmekten. Bir ara durur gibi oluyor gürültü. Beynim nefes alıyor sanki. Oh! Dünya varmış? Yaşanabilir bir kentte olmak ne de güzelmiş. Bitmedi bu gürültü tabi. Zabıtalar gittikten sonra tekrar başladı, son odun bitene dek. Acaba kaderimiz mi pazar günü bu gürültüyü çekmek? ılgili herkesin, vatandaşın duyarlı olması gerek. Birbirimize saygıyı öğrenirsek daha güzel, yaşanabilir duruma gelecek bu kent. Gürültüsüz pazarlar ve günler dileğimle… 05.12.2006