Mehmet İmre
5 Eylül 2006
Bedensel ve ruhsal temel ihtiyaçlarımızdan biri olan dinlenme, rahatlama ve seyahat insanlık için kaçınılmazdır. Bunun için zamanı iyi ayarlama, halk arasında boş zaman diye nitelendirilen zamanı tatil yaparak değerlendirme, bu süreyi verimli hale getirmek insanın elindedir. Bunun içinde maddi kaynaklar çerçevesinde gidilecek coğrafyalar iyi bir şekilde programlanmalıdır.
Ülkemizde genellikle yaz tatilinde memur kesimi bu dinlenme ihtiyacını ve süresini çeşitli bölgelere giderek değerlendirirler. Bu da toplumda bu zamanı plajda değerlendirme, tatil köylerine gitme yada yaylalara çıkma, buralarda çeşitli aktivitelerde bulunma şeklinde tasvir edilebilir.
Sevgili okuyucularım; yukarıdaki görüşlerden yola çıkarak yaz tatili zamanını iyi değerlendirmek, yeni projeler üretmek, geçen süreyi gözden geçirmek, yeni dostluklar edinmek amacıyla okullar tatil olduktan sonraki günlerde Eskişehir, Afyon ve ıstanbul’a seyahat amacıyla yola koyuldum. Daha sonra tekrar Urfa’ya gelip, belli bir zaman sonra yine Ankara ve ıstanbul illerine seyahat ettim. Tabii ki bu iki seyahatin asıl nedeni hayatımı ve çalışmalarımı etkileyecek ciddi projeler, programlar ayarlayıp yeni dostluklar edindim. Bu yazımda bu seyahatim esnasındaki bazı izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım.
4 yıllık Üniversiteyi okuduğum ve ailemden daha yakın bildiğim sınıf arkadaşlarımla tanıştığım Eskişehir… Benim için acı tatlı anıların olduğu bir merkez. Çocuklarımla birlikte Eskişehir’e gitmek benim için daha da anlamlıydı. Çünkü bu şehre hep öğrenci olarak ve valizlerimle gelip gitmişken bu sefer eşim ve iki kızımla beraber buraya geliyordum. Tabii olarak onlar yeni bir coğrafi bölge tanıma heyecanını yaşarken benim içimi ise eski hayaller ve anılar heyecanı sarmıştı.
Eskişehir’e vardığımızda şehir her zamanki gibi tertemiz etraf çiçeklerle bezenmiş, şehrin muhtelif yerlerine heykeller dikilmiş, tramvay son hızıyla görevini yapmakta. şehri dolaşıyoruz ama dostlarımdan iz yok. Bu da canımı çok sıkıyor. Okuduğum Üniversiteye gidiyorum, orada da arkadaşlarımdan hiçbir iz yok. Bir ara hayallere dalıyorum, hani bu bahçedeki cıvıl cıvıl arkadaşlarım, hani bahar şenliklerinde birbirimize su fışkırttığım arkadaşlarım. Her biri kuş misali çoktan uçup buraları terk etmişlerdi. ınsanoğlu’nun ölüp ahrete intikal etmesi misali.
Eşime okuduğum fakülteyi gösteriyorum ama onun için bir şey ifade etmiyor. Çünkü bir şeyler ifade edebilmesi içinde oralarda belli bir yaşantısı olması gerekliydi. ışte duygusal bir şekilde arkadaşlarımın olmadığı üniversiteyi ne yapayım şeklinde oradan bir an önce uzaklaşıyorum.
Yerli halktan araştırmacı yazar Necat ışCAN ağabeyimi makamından çocuklarımla beraber ziyaret ediyoruz.
Yanımda getirdiğim Urfa isotu ve diğer hediyeleri takdim ediyorum.
Necat beyde bir ara duygulandı; “Vay bee! Daha dün gibi aklıma geliyor 11 yıl önce ödevin için yanıma gelmiştin. şimdi çoluk çocuğa karışmışsın. Ne kadar sevindim” Necat beyle özlem giderdikten sonra oradan uzaklaşıp şehirde 2,3 gün Yimpaş otelinde kaldığımız esna da kendi tablolarım açık arttırma yoluyla satışa çıkartılmıştı. Bu satışların gelirleri ile de Konya’valı vefat etmiş olan bir doktor arkadaşımızın çocuklarının eğitimine katkı sağlamış olduk..şehirden ayrılıp Afyon’a gidiyorum. Tabii bu süreçte yağan yağmurlar, akan sellerin manzaraları da görülmeye değerdi.Gökyüzü adeta anılarıma geri dönüşümü karşılıyordu bu yağmurlarla.
Afyon’a doktor arkadaşım Yusuf Gökçe’nin misafiri oluyorum. Afyon’un şifalı kaplıcalarını ziyaret etmek ve sıcak sularında yüzmek için Gazlı göle gittik. Afyon’a daha önce sergi için gitmiştim. Tabii o zaman kıştı. şimdi ise yaz aylarında Afyonu görmek farklılık oluşturuyordu. Bir taraftan Yusuf beylerin ıhsaniye’de ki bahçesinde kiraz ve vişne topluyoruz, bir taraftan da ıhsaniye’de ki arkadaşlara çiğköfte yoğuruyorum. Urfa’yı tanıtıyorum. Tabii ki Afyon’a gelmişken sayın Valimiz Muzaffer Beyi ve ızci lideri dostum Murat Kont bileği görmeden ayrılmak mümkün mü? Ne yazık ki Muzaffer bey sağlık raporundan izinliydi. Dolayısıyla cep telefonuyla görüşüp birazda olsa hasret giderdik. Murat bey ise ısrarlar sonucu bizi evinde bir gün ağırlayıp misafirperverliğini ve dostluğunu çok güzel bir şekilde gösteriyordu.
şehir içindeki gezmediğim tarihi mekânları gezdirip, akşamı da Hıdırlık Tepesinde şehri seyrederek değerlendirdik. Burada kendi kendime düşünüyorum. Hıdırlık Tepesi bizim Urfa kalesi ya da çift kubbe tepesi gibi bir yüksek alan ama her taraf yeşillendirilmiş. Piknik için banklar ve masalar oluşturulmuş, hatta halkın ihtiyaçlarını gidermek için camii, abdest alma yeri ve tuvalet bile yaptırılmış, her taraf ışıklandırılmış.
Neden Urfa’daki yetkililer kale üstüne yada çift kubbe tepesini bu şekilde düzenlemiyorlar? Oysa bizim orada balıklı göl manzarası da var diye kendi kendime düşünüyorum.
Afyonda geçirdiğimiz birkaç günden sonra trenle ıstanbul’a gidiyoruz. Trenle yolculuk yapmak hem daha rahat, hem daha güvenilir, hem de doğanın içinde doğal güzellikleri yaşama imkanı buluyor insan.
Haydarpaşa Tren istasyonuna geldikten sonra vapurla karşıya geçtik. Bir anda Marmara üzerinden insanın ruhu açılıyor gül gibi adeta.
Karşıdaki yüksek camii minareleri, kubbeler, yeşil ağaçlar içindeki konutlar. Bir anda olsa insanı tarihe götürüyor adeta. Buradan da mühendis arkadaşım Sivas’lı Ender Divriklioğlu bizi karşılıyor.Hem misafirperverliğini, hem de sevgisini gösteriyor bizlere ve yıllar önce Eskişehir’de beraber aynı yurtta kalırken şimdi her birimiz bir coğrafyada ülkemize hizmet etmekteyiz. Çoluk çocuğa karışmışız, hayat su gibi akıp gitmekte adeta. Ender beyin kayınpederi Durmuş amcayla da tanıştık böylece. Durmuş amca hayattan çok çekmiş.Özellikle ilk eşinin ölmüş olması onu derinden sarsmış. Oysa sonraki günlerde Durmuş amcanın ne kadar marifetli olduğunu çaktırmadan kızından öğreniyoruz. Güzel bir sese sahip olan Durmuş amca aynı zamanda hemşerimiz rahmetli Seyfettin Sucu’nun tüm parçalarını ezberlemiş olması, onun gibi türkü söylemesi bizi baya şaşırttı ve aynı zamanda duygulandırdı..Kendisinden rica ederek birkaç parça dinleme imkanı buldum. Daha sonraki günlerde çocuklarla beraber tarihi yarımada, Sultan Ahmet Camisi, Ayasofya, Eminönü gibi tarihi ve turistik yerleri eşim ve çocuklarımla beraber gezdik. Tabii ki ben defalarca ıstanbul’a gelmiştim ama onlar ilk defa geliyordu.
Sonraki günlerde de Çağlayan meydanında Filistin’e destek, ısrail’i telin mitinginin olacağını öğrendim. Çoluk çocuk bu mitinge de gitme kararını alarak ısrail’in insan dışı tutumunu ve vahşetini protesto etmek, mazlumdan yana olmak için yüz binlerce ıstanbullu ile aynı alana gittik. Dev Filistin bayrağının alanda gezilmesi, örtülü, açık bayanların yan yana olması çocuk, yaşlı her kesimden insanın katılması ve ısrail’e lanet yağdırıp Filistin’deki mazlumlara dua edilmesi dikkatimi çekti.
ıstanbul’da en çokta benim dikkatimi çeken konu Ayasofya’nın turist akınına uğraması yerli ve yabancı herkesten 10’ar milyon gezi ücretinin alınması. Bu ıstanbul’un hem tanınması hem de kalkınması için iyi bir para, ancak gönlümüzden geçen Ayasofya’nın asli görevi olan cami görevini yapmasıdır. Ancak bir müzenin bu kadar ilgi görmesi ve gelir getirmesi neden ilimizde olmasın. Onun için Millet hanının bir an önce müzeye çevirmek ve faaliyete koymak yetkililere düşer diyorum.
ıstanbul’a gitmişken arkadaşlarımın ısrarla bize çiğköfte yoğur istekleriyle karşılaşmam yine Urfa’yı tanıtma amacıyla da olsa böyle bir sohbet ortamında çiğköfte yapma gururunu yaşattı bana. Daha sonraki gün çocuklarımla Urfa’ya döndük.
Urfa’daki kavurucu sıcakların beyinleri durdurduğu bu mevsimde birkaç hafta bazı işlerimi yaptım.Bu süreçte Diyarbakır da gerçekleşen Filistin’e destek ısrail’e telin mitinginde ıstanbul’u aratmayan kalabalığın içinde bu bölge insanı olarak bulunmam ve insani görevimi yapma duygusu beni çok mutlu kılmıştı.Özellikle yöre kadınlarının bu cesaretli duruşu beni derinden etkilemişti.
Ve yine yollara düşüp tekrar Ankara ve ıstanbul seyahatine çıktım. Ancak bu defada yalnız başıma bu yolcuğumu yaptım.
Ankara’da birkaç gün kalıp, önemli görüşmelerde bulunduktan sonra, oradan da ıstanbul’a geçtim…
ıstanbul….herkesle kucaklaşan saydamlığıyla,
Ama herkesin yıllar sonra anlayabildiği ıstanbul,
Tarihe tanıklık eden minareleriyle,
ınsanları uzlaştıran köprüleriyle,
Heybetini gösteren denizi,
Renkli kültürleri bir araya toplayan mozaiğiyle ıstanbul….
Sanatçıların en büyük üstadı ıstanbul…
Değerli arkadaşım Ziya Polat’ın misafiri olduğum ıstanbul’daki bulunmam süresince önemli görüşmeler ve planlar yaptım.
Ziya Polat; Urfa’lı hemşerimiz ıstanbul’da hem din dersi öğretmeni, hem de Marmara Üniversitesi ılahiyat Fakültesinde Yüksek Lisans yapıp aynı zamanda da ılke yayınevinin editörlüğünü yönetmekte. ışin ilginç yanı, yüksek lisans yaptığı Üniversitede tez danışma hocasının Urfa’lı olup, hem de aynı ismi taşımalarıdır. Prof. Dr. Ziya KALICI tez konusu ise ıbn-i Kesir’in Tarihçeliği, ıbn-i Kesir 1300 yıllarında şam’da doğup 1373’te ise vefat etmiştir. ıbn-i Kesir Urfa’lı ibn-i Teyyiniye’nin öğrencisidir. Bu konuları yoğun bir şekilde araştırdığı değerli arkadaşım Ziya POLAT yoğun programların arasında bana da yer ayırması benim açımdan çok faydalı olmuştur.
Bir taraftan Yeni şafak gazetesi köşe yazarı Yusuf KAPLAN beyle görüşüp, çalışmalarım hakkında fikir alışverişlerinde bulunup, öte yandan vakit gazetesi köşe yazarı Abdurrahman DıLıPAK’la görüşüp fikirlerinden istifade etmem, öte yandan da Ortadoğu uzmanı Kenan ÇAMURCU, Edebiyatçı yazar Sezai KARAKUş’la bir araya gelmem benim için çok verimli olan olaylardan bazıları olmuştu. Hele Özen FM program yapımcısı Mustafa ÖZTÜRK’le görüşüp tanışmam onunla ciddi anlamda işbirliği yapmış olmam çalışmalarım açısından önemli birer gelişme olmuştur. Mustafa Bey’in “Hayatın Rengi” adlı eserini alıp inceledikten sonra bu kişinin karşılık beklemeksizin topluma nasıl hizmetlerinin olduğunu eserinden öğrendim. ıstanbul’da bulunduğum süreçte birkaç defa Mustafa Bey’le bir araya geldik. ıstanbul’dan ayrılacağım günün öncesi ise Mustafa Bey’in davetlisi olarak Beyler Beyindeki boğaz köprüsü altında deniz kenarında mangal ziyafetinin verilmesi ve anlamlı saatler geçirmemiz bu seyahatimin kişisel ve ruhsal açıdan önemini teşkil etmektedir.
Aynı günün gecesi ise bu dostlarla Ziya Polat’ın evinde bir çiğköfte programı tertipledik. “Hocam gitmezden bize bir çiğköfte yoğurursun artık” talebini geri çevirmek mümkün mü? Bir taraftan çiğköfte yoğruluyor, öte yandan dünya ve Ortadoğu meselelerini Kenan Çamurcu ağabeyimizden dinliyoruz, bir taraftan da Dilara Gönül bağları adlı eserimin değerlendirmesini de bu yazar ağabeylerimizden dinledim. “Kitabınızdaki en güzel konular Urfa yöresini anlatan konurladır. Bence sen Urfa yöresine has bu tür konuları araştırıp yazsan daha güzel bir çalışma yapmış olursun.” diye bana tavsiyelerde bulundular.
Tabii ki bu tavsiyeleri en iyi şekilde değerlendireceğim.
ıstanbul’da bulunduğum süreçte dikkatimi çeken diğer bir unsur ise Pazar günü olmasına rağmen gittiğimiz ıslâm Araştırma Merkezi Kütüphanesinin tıklım tıklım okuyucularıyla dolmuş olması. Okuyucularının da genellikle genç ve orta yaşlı insanlardan oluşması, kadın ve erkeklerin bir arada kitaplara yoğunlaşmış olması bir hayli dikkatimi çekti. Oysa Urfa’mızda kütüphane denince ilkokul öğrencilerinin ödevleri için gittiği yer aklımıza gelir. Hiç kimsenin de Urfa’mızda kaç kütüphanenin olduğunu bildiği söylenemez. Bizler sadece kütüphanelerin önünden geçeriz. Bir türlü içine giremeyiz.
ıstanbul sokaklarını geziyorum. Eminönü’nde birde çadırlar altında sergilenen resim, hat, ebru gibi sanatlar tüm dikkatimi celb etmekte. şahmeran figürü ise adeta beni mıknatıs gibi kendine doğru çekmekte. Bu sergiyi dolaşıp meydanda sandalyelerinde oturan bu sanatçılarla muhabbet edip bu çalışmanın ehemmiyeti hakkında bilgilenmekten çekinmiyorum.
Meğer ıstanbul Ticaret ve Sanayi Odası her sene sanatı ve sanatçıyı desteklemek amacıyla meydana sanat etkinliklerini bu şekilde organize etmekteymiş.
Program süresince sanatçıların yeme ve içmesini üstlenip onlara bedava mekan tahsis ediyor.
Vapurla boğaz turuna katılmak birazda yorgunluğumu atmak, martıların gökte rakslarını seyretmek Boğaz turunu cazibeli kılıyor. Hareketli Karadeniz müziği, esen rüzgarın saçları dalgalandırması tüm vücudun okşanması ve bir sıcak bardak çay ile Marmara’nın ortasında bulunmak, yerin ve göğün renklerinin bir anda birleştiğini görmek insana heyecan vermektedir. Zaman zaman Titanik gemisinin akla gelmesinde insanın kaderinde olduğunu görmesi düşüncesiyle bu duyguları bir şekilde bastırmaktadır.
Önce ıstanbul boğazı köprüsü altından geçip, oradan da Fatih köprüsüne ulaşıyorsunuz. Böylelikle birkaç saatinizin nasıl geçtiğinin farkında olmuyorsunuz.
ıstanbul’da yaşamanın bazı risklerine de katlanmanız gerekiyor. Tabii her an boynunuzdaki çanta kaçırılabilir, yada her an cüzdan veya telefonunuz çalınabilir. Otobüste ve metroda saatlerce sıkışık bir şekilde yolculuk yapabilirsiniz. Bir arkadaşınızla buluşmaya gidiyorsanız en az iki üç saat yol zamanını göz önünde bulundurmak zorundasınız. ıstiklâl caddesi ya da taksimde yürüyorsanız elinizin, kolunuzun kimseye değdirmeden yürümeniz mümkün değildir. Buralarda insanlar karınca misalidir.
Bazen de sıcak havanın neminden bunalırsınız bu da gülü seven dikenine katlanır misali. ıstanbul’da yaşamak isteyenin zorluklarını kabul etmesi gibi.
Her ıstanbul’a geldiğimde hemen hemen hep aynı manzaralarla karşılaşmaktayım. Biraz önce yukarıda saydığım örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bunlarla beraber ıstanbul’un manevi havası her taraftan Camii minarelerinin göğe doğru yükselmiş olması, kubbelerin şemsiye gibi açılması, yeşil ağaçlar içerisinde konutların bulunması, manzaraları izlenmeye, gezmeye değer.
15 milyon insanın yaşadığı dünya kenti ıstanbul ,kültür medeniyet ve sanat açısından da önem teşkil etmektedir. şair, ressam ve sanatçılara ilham kaynağı olan bu kent her zaman güzelliğiyle de dillere destan olmuştur. Topkapı Sarayı ise Osmanlı Medeniyetini gözler önüne sermektedir. Bu nedenle de ıstanbul’da bulunduğum süreçte kendimi bahtiyar hissettim. Çalışmalarıma da ilham kaynağı oldu. Bundan sonraki süreçte de ıstanbul gezilerim sürecektir. Herkesi ıstanbul’u gezmeyi tavsiye ederim. Ancak geziye çıkmadan öncede kendinize rehber belirleyin ve programınızı önceden ayarlayın. Aksi takdirde ıstanbul’dan bir şey anlamadan dönersiniz. Umarım ıstanbul’dan en iyi şekilde faydalanıp dönen kişilerden olursunuz. ıstanbul’da bulunduğum süreçte benimle en iyi şekilde ilgilenen arkadaşlarım, öğretmen Ziya Polat ve öğretmen Fatih Becerik’e sonsuz şükranlarımı buradan sunuyorum. Saygılarımla…