Mahmut Çepoğlu
20 Eylül 2007
Ülkemizde çözüm bekleyen sayısızca sorun var. Bu sorunlar kısaca milyonlarla ifade edeceğimiz insanları ilgilendiriyor. Onlar sorunlarının çözüm bulmasını isterken çözüm üretenler adına bir adım ilerleyemediklerini açıkça söyleyebiliriz. Artık endişelerimizi bitirmeli bugünün simgeleriyle siyasi ekonomik ve kültürel dinamizmi yakalama anlamında bir uğraş sergilenmelidir.
Bu ülkede her gün onlarca insan trafik kazasında öldüğünü görüyoruz. Buna çözüm aramak “hiç kimsenin aklında değil” diyemeyiz. Ama çözüm bulamıyorlar. Üstelik bulacakları çözümde öyle hemencecik olacak bir şey değil. şimdi soruyorum. Sn. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmasaydı bu sorun çözülür müydü? Ya da eşi türban takmasaydı bu trafik sorunu çözülecek miydi.? Maalesef demek kabahat insanın kendisinde. Suçu kendimizde aramalıyız. Her gönülde bir aslan yatar. Bir kısmı ülkenin selametini Abdullah Gül’de görür iken, bir başkası da başkasında görüyor. Lakin ortak nokta demek ki meclisten geçiyor. Canım; beğenmediniz, sevmediniz, sosyal demokratlar, devrimci demokratlar olarak ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayaydınız siz kendinize göre bir şeyler yapsaydınız!…
Ülkemizde işsizlik had safhada. Kapkaççılık, dolandırıcılık, uçucu madde bağımlıları, gasp ve hırsızlığın önü alınmadığı gibi her gün çığ gibi sorunlar büyümekte. Tüm bunların bir anda yok olması için Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi engel mi oldu? Yoksa şu türban meselesi tüm yaşamımızın baş sorunu mu oldu? Eğer baş sorunu ise; ülkenin bu güne gelmesine sebep olanlardan hesap sormak lazım.
Hiç kimsenin elinde sihirli değnek ya da Musa’nın asası yok ki her şeyi süt liman etsin. Pembe tablolarla göz boyandığı doğrudur. Bunu göremeyenler düşünsün. Demek ki köşke kim çıkarsa çıksın ne Sayın Gül’ün orada olması bizim için ne bir kurtuluş ne refah seviyemizin yükselmesi, nede milli gelirden pay almamızdır.
şu öğretmeni memurun düştüğü durumda ne türbanlı eş çıkarabilir ne de Cumhurbaşkanın Abdullah Gül olmasıdır. Bunlar yılların birikmişliğidir. Bu ülkede demokrasi adına ahkam kesip sözde muhalefet yapanlar düşünsün.
Yıllardır bu ülkede “düşük yoğunlukta bir savaş” olarak isimlendirin bir kan akıyor. Ölenler insan. Her birisini bir anne doğurmuş, kendine göre o haklı bir başkasına göre haksız. Bana göre bu ülkenin barışa kardeşliğe ihtiyacı var. Kurtuluş mücadelesinde olduğu gibi yeniden birlikteliğe, beraberliğe insanlar arasında sevgiye, kardeşliğe ihtiyaç vardır. Dolaysıyla her kesime yakıştıracağımız sıfat aramızda bir yakınlaştırmayı geliştirebilmeli, engel olmamalı, nifak tohumları ekmemeli.
Liderlerden hangisinin yolu Doğu’ya yada Güneydoğu’ya düştü mü ilk sözleri vatanın ihtiyaç hissettiği mesajı verirdi. Yıllar öncesinden sayarsak biri “kürt realitesini tanıyorum” dedi. Bir başkası “Avrupa’nın yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi. Kimisi Bask Modelini önerdi. En son bu ülkede “Kürt sorunu var” denildi de ne oldu. ılişkileri, iletişimi geliştirme yerine dışlanmalar hep sürdü. Toplumsal entegrasyon ( bütünleşme, uyum), toplumsal barışı kazanma uğraşı hep geri planlara atıldı.
Peki Abdullah Gül seçilmeseydi eşi de türbanlı olmasaydı bu sorun çözüm bulacak mıydı? Bulmazdı çünkü biz bu sorunu içimize sindiremiyoruz. Kendine tanıdığın hakları karşısındakine tanımadığın sürece analar acılı, gözü yaşlı, yavrular yetim, gelinler dul kalmaya devam edecektir. Ama sen hala “analar nice evlat doğurmuş varsın nerede durursa orada dursun “dersen “ sende orada dur” demenin zamanıdır.
Amerika ile entegre olma, dünya devletleri ile işbirliği olmada bir eksiklik mi var? yoksa ilişkilerin geliştirmesinde türban bir fazlalık mı sorusu elbette sorulmaz. Herkes inandığı gibi yaşıyorsa laiklik dinlerin, dillerin, serbestliğinin ifadesi ise daha ne istiyoruz. Farklılıkları bir zenginlik olarak algılayan cumhurbaşkanın doğuya bir gezi düzenlenmesinin altında acaba orada yaşayan insanları ülke bütünlüğü içinde barışa ve kardeşliğe çağrı değil mi?
Sözün özü bizim barışa kardeşliğe ihtiyacımız var. Bunun önünde ne Sn Abdullah Gül, ne eşinin türbanı engeldir. Bu ülkede demokrasinin kurumsallaştırılması, sosyal yaşamın aktivitelerle buluşturulmasına büyük ihtiyaç vardır. Doğru düşünme, sağduyulu karar verme, somut gelişmeleri yaşamın gerçekleri ile buluşturmalıyız. Hak ve hukukun adaletin tecellisinde yaşamın gerçeklerini göz önüne alıp doğru kararlar veriyorsak bunun önünde hiç kimse engel değildir.