Mahmut Çepoğlu
13 Ağustos 2007
şu palanlı hayvanı tanırsınız. Adına “himar, merkep, karakaçan,” yada “uzunkulak” deriz. Hani “eşek” demeyi ayıp sayarız da ondan olacak. Hani kızdığımızda “eşekoğlu eşek” deyip iyi bir haşlar, yüreğimizi rahatlatırız. Sövgünün ilkel toplumların sesli duyurduğu ve içini boşaltmaya sebebiyet verdiği bir davranış bozukluğu olduğunu; kızgınlığın, kinin, öfkenin sonucu dile geldiğini biliyoruz. Tabir yerinde ise yüreğimizi soğutmaktan başka bir işe de yaramaz.
Zeooloji âleminin tek tırnaklı, “atgiller familyasından” attan küçük, uzun kulaklı vefakâr olduğu kadar, cefakâr onun sıfatıdır. Hizmette kusur etmez. ıstemeye dili de varmaz kendi yemini kendi bulur. şu insanların kahrına dayanan eşekliğine doymasın. Oda eşekliğinden olacak her halde. Yoksa bu insanlara insanlık adına bir hizmet verdiğin zaman, hemen sana damgayı yapıştırırlar “aptalın, ahmağın teki.”
Eşeğin kırsal alanda nelere katlandığına ben daha çocukluk yıllarımda şahit olmuştum. şartlar ve mekânlar değiştiği için eşek yükten ve şehre gelip gitmekten kurtuldu. şehirdeki motorlu araçlar arttıkça ve şehrin temizliği de söz konusu olunca, eşekler; insanların arasında el ayaklarını çekmek zorunda kaldılar. Derken hamallık işinin de sonuna gelindi. Kimileri köylere çekilirken kimileri kesilip insanların dişleri arasında eridiler. Fakat iki ayaklı demekten başkaca bir sıfat yakıştıramadığımız kimilerinin şehri nasıl kirlettikleri ve üstelik ne kadar ilgisiz olduklarını da görünce kahroluyor insan.
Eşek öyle bir hayvandır ki; günlük yaşantımızda hayli anılan bir hayvan. Kızgınlığımız dışında“Eşek” demeye dilimiz varmaz. Lakin “eşek arası, eşek dikeni, eşekhıyarı, eşekkulağı, eşek otu” deyip nice bitkileri eşekleştirdiğimizde hiç umarımızda olmaz. O yetmez kimi insanların sırtına bakıp “eşek sırtı, eşek derisi” deyip sırtının pekliğini, derisinin kalınlığını ifade ederiz. Hele bir dayım vardı şöyle iri yarı kadana gibi olup çalışmayan içsiz güçsüz insanları görünce “eşek pehlivanı” yakıştırması yapardı onun nedenini hala öğrenemedim.
Kimi elle ayakla yapılan şakalarla yaralanan ya da hırpalanan çocuklara “eşek şakası” yaptıklarını söylerdik. Sanki yeryüzünde başka benzetilecek bir şey yokmuşçasına. “Eşek kuyruğu gibi ne uzar ne kısalar” sözüyle gelirini, işinin durumunu hiçbir gelişme gösteremeyen memurlara söylendiğini bilir misiniz? Dolaysıyla 657 tabi olanlar böylece eşekten onlarda payını almış oluyorlar. Hele bir düşüşten ders almayanlar için “ eşek bile düştüğü yere bir daha düşmez” sözü ile eşek bile başına gelenden ders alıyor da nice aptallar bundan payına düşeni almıyorlar.
Bu kadar eşeği anlatmışken uzun kulaklı baba meselesini anlatmadan olmaz. Adamın biri işsiz güçsüz ne yapayım derken yola çıkar aç olunca yolda bir köye uğrar herkesin uğradığı yere oda içeri dalar. Yemeğini yiyerek orada biraz dinlenir. Derken oranın bir şıh dergahı olduğunu anlar. Rahat yatak, kolay yemek “bundan iyisi can sağlığı” deyip gider şıha mürit olur. Tövbe edip dergâha hizmet eder. Su taşır, odun kırar, yatak kaldır, yatak indir, aklınıza ne gelirse. Kendine göre bir şeyler edindikten sonra şıhtan izin ister.
Burada kaldığı süre içersinde edindiği malı götürmek için şıh ona evde bulunan sıpanın birisini verir. Günlerden kıştır. Köyden çıkınca bir kar başlar. Kendini ancak bir ağacın duldasına atar atmasına amma sıpa ölür. Çevreden topladığı taşlarla sığınacak bir yer yapar. Eşyalarıyla oraya sığınır. Dostu içinde kendine yakın bir mezar yapar. Kış çıkınca yollar açılar ve yolcular oradan gelip geçmeye başlar.
“Bu kimin mezarı” diye sorunca, oda “Uzun kulaklı baba mezarı ” der. Birden çevrede “uzun kulaklı baba” yatırı duyulmaya başlanmış. Bir ziyaretgâha dönüşmüş. ınsanlar akın akın gelmeye başlamış. Kimisi ağaca çaput bağlayıp dileklerde bulunurken, kimileri mezara kına yakarmış. Kimileri toprağını tebaruken alır, şifa niyetine içer, ağacın dalını yaprağı koparıp suda kaynatıp “şifa” diye içerlermiş. Türbeye hizmet edene de bol bol “çıralık” adı altında bahşiş ve yardım bırakırlarmış.
Kendiside fesi, sarığı, cüppesiyle çoktan şıh olmuştur. Gün geçtikçe ünü yayılır. Eski şıhın müritleri gün be gün tükenmeye başlar. şıh da “uzun kulaklı babayı” duyunca “bende gidip bu kadar namı yayılmış bu şıhı göreyim” der. Gelip kendi müridini görünce dışarı çıkar “arkadaşlar bunu boş verin, bunun anası bende” der.
ışte bundan olacak ki tarihi geçmişinde bir kült olduğunu söyleyenlerde var. Bazil Nikitin araştırmasında rastladım. Karman Savaşçıları’nın tek tanrılarına at bulamadığından eşek kurban etmişler. Eski inançların bir kalıntısı olduğunu görüyoruz. Yani eşek sıradan bir hayvan değil. Halk arasında birde yaşanmış bir “eşek bayramı “ker nur, ker nemir” (ölümsüz eşek) olduğunu biliyor muydunuz? Önemli bir şey daha yazmak istiyorum. Kıyametin kopacağı zaman Deccal’ın eşeğe bineceği rivayet edilir. Bu candan dost hayvana böyle bir olayla muhatap olmasına üzülmemek elde mi? Bu kadar insanlara hizmet et sonra kalk deccala hayvanlık et. Tabi o zamana kadar eşek nesli kalırsa…