Mahmut Çepoğlu
12 Aralık 2006
Unutulanların sesi olmaya çalışmak kadar güzel bir şey olmaz sanırım. Zindanların sesine kulak vermek lazım. Ya kıtlık kıranlar; nice insanı nasıl yetim ve karabulutların sesini gözlerine doldurduğunu görüyoruz. Elbette bolluk bereketin sesi kimilerine sağır ederken kimselerce en güzel şekilde nasıl duyulduğunu duymuşuzdur. Açlığın, yoksulluğun sesinin sindiği duvarların inadına, tencere, tava, kaşık, sahan, tabak, bardak sesleri bizleri ne kadar hoşnut ettiğini o sesleri seslendirmenin yolunun yürekli olmaktan geçtiğini bilmek gerek.
Hepsi insan hayatının kaynağı, hepsi insanın hayatının yok oluşuna vesile şeyler.artılar eksiler… Deprem, zelzele, tayfun tipi, boran, fırtına ve ardından feryatlar, figanlar, yakarışlar, bilinmeyen sesler, susturulan sesler, inleyişler, nalanlar dualar, beddualar, yalvarmalar, nefret sesleri ve çok önemli bir sesi seslendiren söz “ gök gürlemeyince kul Allah Allah etmez” daha nice sesleri seslendiren sesler.
Bet, çirkin, nefret dolu, işgal sesleri. Ağıt, ezgi, gazel, hoyrat, mani ve yanık türkülerin sesi…Kızgınlık öfke ve dahası ölüm kokan sesler. Dünyanın varoluşundan günümüzü pata küte, kavga dövüş, kılıç kalkan, gürz, mızrak derken, toynakların sesi, kısrakların kişnemesi, deve böğürmeleri hepsinden en önemlisi yükselen naraların sesleri ve ardından zılgıtlar… zılgıtlar… Zamanla bu sesler yerlerini daha kirli, sağır edici, tiksindirici, nefret edici seslerle değiştirdi… Top, tüfek, tank ve tekniğin daha da geliştirdiği; uçak, sorti ve daha da insanları sağır eden sesler yanında kimyasallar, napalımlar ve getirdiği sesleri kimse duymak istemez. Bu sesleri duydukça insanların huzurlu olması mümkün mü? Japonya’da, Kore’de, Halepçe’de, Çeçenya’da Irak’ta ı zalimin kör, sağır eden sesi ve zulüm altında inleyen mazlumların sesini duymak…
Çocukluğumuzun, yaşlılığın, masumiyetin, zevalliğin, yorgunluğun, gençliğin kabadayılığın, kızgınlığın, ihtiyarlığın hep sesleri vardır. Ve bu sesler kimi zaman bizi üzer kimi zaman sevindir bir müjde gibidir. Nedense güzel sesleri duymaz, çirkinlikleri baş tacı ederiz. Yalvarış, yakarışlara homurdanan seslere dua fayda etmez. Zumlun karşısında suspus kesilenlerin karşısına direnmenin yaşamak olduğu korusunu seslendirmenin tadına varmak ne güzel…
Çocukluğumuzdan bize kalan hikayelerin sesi hala tatlı tatlı geziniz kulaklarımda her gece yastığa baş koyunca masal dünyasından gelen sesler bunlar. Habibi-ü Nacar’ın, Leyla ile Mecnun’un, Zaloğlu Rüstem’in, Ferhat ile şirin, Abdale Zeynike’nin sesleri… Dahası; Meme Alan’ın sesi yükselir Cizre semalarından, dilden dile dengbejlerin sesinden. Beko Avan’ın fitne-fesadı ile zindanlara düşen Mem’in iniltileri. Boza revanın günler aylarca zindandan Mem’in sesini duymak istemesi… Zine’nin sesini duyarım paganizmin merkezi olan Harran’ın tanrıcası “Sin’in” sesinin sesi olduğunu tahmin etmek kimin aklına düşerdi.
Sesler var ki kırgın, sesler var ki ruhların ilacıdır. Sesler var ki duyguların okşayıcısı, hasretlerin gidericisidir. Müzik sesi; tef, erbane, saz, keman, cümbüş, gitar, tambur, rubab, darbuka, davul say sayabildiğin kadar… Ellerimizle yaptığımız, yüreğimizi hoşnut etmek için icat ettiğimiz sesler. Bıkmadığımız sesler ruhun gıdası kabul ettiğimiz sesler…
Dünyada ne kadar çok ses varsa çoğunu da dinlemek zorunda olduğumuzu biliriz. Bu tarihte de hep böyle olmuştur. Ademden bu yana sesler var olmuştur. ılahi sesler, Firavun, Nemrut, kral, kraliçe sesleri, bu seslere karşı hep bir ses yükselmiş, tek tanrı inancının sesi. O devirmiş putları. Derken Tur Dağ’ında Musa’nın sesi, ardında ısa’nın sesi çarmıhta yükselir arş-ı alaya. Devir döner, tahtlar yıkılır, bahtlar açılır ve “oku” emriyle başlayan ilahi emir, Bilal-i Habeşi’nin sesiyle ezanlaşır. Bir kölenin taşlar, tekmeler ve kırbaçlar altında inleyen sesinin özgürlük sesine dönüştürülmesi…
Kabusların, rüyaların düşlerin hayallerin sesleri. Arzunun, neşenin, kinin, nefretin, kitapların, kalemlerin, defterlerin, kütüklerin, şecerelerin seslerini hep duyarız da bunların peşinden gittiğimiz yoktur. Oysa bu sesler hep duymak istediğimiz seslere olmalı. Tatmak istemediğimiz keder, hasret, acı, hayal, düş, sessizlik ölüme açılan kapıların sesleridir. Oysa; türküdür şafağa ses veren, destanlardır kahramanların seslerini yücelten. Çirkinliklerden arınmak, güzelliklerle boyanmak, iyilikler yapmak üzere hep sessizliğin sessizliğine boyanırız.
Her ses içinde bir anlam taşır. Ama biz o sesleri hiç duymayız. Kuşku, sıkıntı, tedirginlik, endişe sesini duydunuz mu? ışte her zaman ve mekana göre içinde bu sesler taşınır. Sevmediğim beni tedirgin eden hep sessizlik olmuştur. Sessizlik fırtınanın habercisi olmuştur. Susturulmak istenen sesler hep çoğaldı. Kimisinin sessiz çoğul kimi zaman tek vücut olmuş binler onbinler ama sesler hep çoğaldılar.
Seslerin hem korku, hem sevgi, hem nefret olduğunu biliriz kimi zaman cevapsız olur kimi zaman cevaplama gereği duymayız. Kırılan kalbin sesini duyabilmek ve yüreğimizin sesini dinleyerek doğruların güzelliklerin, sevgilerin peşinde gitmek… Kimi zaman bir ses duyarız neye benzediğini bilemeyiz, bir ses duyarsınız bu ses sizi duyuyor ve son ses olur.