Mahmut Çepoğlu
20 Ekim 2006
Geçen gün ilimizde yayınlanan yerel bir gazetelerde Sivas da Madımak Otelinde yakılanların anısına bir tören düzenlenmiş ve gazete “Madımak şehitler anıldı” diye gazeteler haber, manşet yapmışlardı. Kutlamayı yapan ilimiz Sırrın mahallesinde bir dernek. Bazı gazetelerde güvenlik güçleri tarafında öldürülen ve terörist diye anılanların şehit diye yazıldığını ve kimi kutlamalarda şehit diye anıldığına da rastlıyoruz. Öteden beri silahlı güçlerin girdiği çatışmalarda ölenlere şehit denildiği ve “şehitlerin kanı yerde kalmayacaktır. şehitler ölmez, vatan bölünmez” gibi sloganlarla cenazeleri taşınmakta. Hemen insanın sorması geliyor. “Peki şehit kim?” Ya da “Kim kime göre şehit?” diye sormak lazım. Ya da “şehit kime denir?” şeklinde sorulan sorulara cevap arama gereğini hissediyor insan. Biz şehit derken babaları “ne şehidi” diye tepki gösterdiklerine tanık olduklarımız da var. “ siz gelin onun acısını yüreğime sorun” diye feryatları unutulur gibi değil. Ayrıca şehit aileleri diye birde dernek var. Zaman zaman bu derneklerin kimi yerlerde söz sahibi olduklarını da görüyoruz. Toplantılar yapar plaket alır, törenlere katılırlar. şehit ailelerine yardım uğraşı vermektedirler. Diyanetin yaptığı bir testte “şehit kime denir?” Sorusuna “Allah yolunda ölen Müslümana şehit denir” cevabın işaretlenmesi testin doğru cevabıdır. Çünkü ayrıca orada vatan için ölende sorulmakta. Ölenlere bakıyorum hiç kimse Allah için ölmüyor. Vatan korumak olabilir. Düşüncesinden dolayı yakılıyor, bu Müslüman şiddetine maruz kalıyor, şehit konusu aşlı başına işlenmesi gereken bir konu. şehitlik mertebesinin kutsiyetine inandığımız bir kavramdır. Kuran’ı kerimde bu konu için Allah yolunda ölenler olarak ifade ediliyor. Kimi din bilginleri bu şehitlik mertebesini “vatan, millet” yolunda canını feda eden insanlar olarak belirlemekte. Oysa bir savaşta haklı ve haksız kavramının doğru tespit edilmesi lazım. Kim vatanı için ölüyor. Kim milletini esaret ve zulümden kurtarmak için ölüyor bunu anlayarak şehitlik mertebesi kavramak lazım. Bir kimsenin şehit diye anılabilmesi için bazı şartlara haiz olması gerekir. Bu şartların başında; akıl buluğ olması ardından Müslüman olmak ve Allah yolunda (fi’sebilillah) ihlasla savaşarak ölmektir. Üçüncü şart ise; zulmen öldürülmesidir. Allah-u Teala’nın rızasını kazanmak niyetiyle cihat eden ve savaş esnasında hayatını kaybeden kimselere şehit denilir, tarifini yapmış ve bu inceliğe işaret etmiştir. şahadet makamı; Allahu Teala ‘nın kendi yolunda, ihlasla cihat eden müminlere verdiği bir nimettir.(1) Söyleminden anlaşılacağı üzre; Vatan, millet, hak, adalet, özgürlük, kişisel değerler gözetilmeden ortak değerler için savaşanların şehit olduğu söyleminin sadece insanlara ait bir değerlendirme ve bir takdir olduğu anlaşılmakta. Yıllardır topraklarımız üzerinde söylenilmese de adına savaş denilmese de gizliden gizleye yürütülen “düşük yoğunlukta” denilse de bir savaş var. Savaş mutlaka iki devlet arasında yapılacak diye bir şart yoktur. Silahların kullanıldığı her yerde savaş var demektir. Savaş bu ölmek ve öldürmek olduktan sonra her yerde ondan bahsedilir. Dağda bayırda sınır ötesinde, sınır içinde köyde şehirde, ne isim verirseniz verin, yürütülen bu kirli ölümlere kimin, niçin, kimin şehit olup olmadığı konuşulsa bile, bir yerde artık barışa ihtiyaç olduğunu kabul etmek lazım… Her ne isim ve nerede ölmüşse ölsün cenazeler kalkıyorsa demek ki bir yerde bir yanlışlık var ve bu yanlışlığın barışla düzeltilmesi söz konusudur. Dün Madımak’ı yakanlar bu gün başka cenaze peşinde yürürken Madımak’da yanan bedenler için onlarda şehittir deniliyorsa, bir yerlerde bunun doğrusunu araştırmak lazım. Bir başka yerde devlet nazarında suçlu terörist ilan edilirken peşinde binlercesi “gerilla şehidimizdir” sloganları atılıyorsa bununda sorgulanması gerekir. Kim şehit? şehit kime denir? Aslında tüm dünya halklarının değeri. Belki her halk, kendi gelenekleri içinde farklı kavram ve duygularla tanımlama hakkına sahiptir. Ama “şehitlik” sonuçta tüm milletlerin kabul ettiği kutsal bir terim. şehitlerin ölmediği ve halkın içinde yaşadığına inanılır. Bu söylem hem dini çerçevelerce kullanılıyor, hem hakim sınıflar tarafından kendilerine mal ediliyor. 1) Molla Hüsrev- Düreru’l Hükkam- ıst.: 1307 C: 1, Sh: 168-169 Not: Tüm hemşehrilerimizin ve ıslam Aleminin Ramazan Bayramlarını en içten duygularla kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerim.