Mahmut Çepoğlu
20 Eylül 2006
Büyüdüğüm mahallede, yürüdüğüm sokaklarda, caddelerini gezdiğim şehirde bir kadın ve erkeğin konuşması suçtu. Yabancı da olsan bir kadına bir şey soramazsın. Sosyal yaşam diye bir olay yoktu. Eşler bile beraber yürüyemezlerdi. Kadınların genç kızların gelinlerin yolda yürüyüşleri bile söz konusu olur sorgulanırdı.
Karşı cinslerin sorgu sualleri yadırganır, düğünler, eğlenmeler ayrı avlularda yapıldığı gibi evler haramlık selamlıktı. Zamanla bazı tabular kırıldıysa da namus adına işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmedi. Namus adına kan davaları güdüldü. Töre adına yeni yeni cinayetler, gazete sayfalarında manşet olduğunu görünce konuyu irdeleme gereği duydum. Namus cinayetleri ardında yatan nedenleri irdeleyince, bir arpa boyu yol almadığımızın ifadesi olarak karşımıza, çevre baskısı, toplumsal bakış, erkeklik gururu referans oluyordu gerçeklere…
Bir erkeğe “namusuz” yakıştırması çok zor yapılırdı. Bunun yerine “uçkuru düşük”, yada “uçkuru gevşek adam” bazılarına “ellisekiz ayar,” yada “ayarsız, ayarı düşük” denilirdi. şimdi öyle mi ? “Namus her ne kadar erkeğin” diye söyleniyorsa da esas “namus” kadınların etekleri altında saklanmaya çalışılmakta. Erkekler için namussuzluk biraz da yiğitlik sayılırken, kadınlara yapılan bir yakıştırma onların ölüm fermanı olurdu.
Uçkuruna sahip olmak bir inanç meselesiydi. Erkekler kadar kadınların da işiydi. Namus sadece kadının ve kadın cinselliğinin kontrol edilmesi olarak algılandığı için, kadınlar, genç kızlar hep kapalı kapılar ardına hapsedilirdi. Erkeğin yaptığı dinen suçken toplum hoş karşılardı.
Kadının dünyası, genç kızların hayalleri hep duvarları yüksek, cumbalı evlerin duvarlarını süslerdi. Vay mı bir erkek bir pencereye baksın, yada bir evi dikizlediği fark edilsin. Gerisi anlatılır gibi değil… Onun için şimdi insanımızın cadde de, sokakta bayanların gezmelerine tahammül edemezler. ılk sözleri “ nıç nıç şimdiki insanlar da haya kalmadı” deyip, kıyamet alametleri olarak yorumlarlar. Oysa şimdi yücelen toplumsal bilinçten habersizdirler.
Hz. Adem ve Havva’yla başlayan, avret yerini saklama işi bize namusun iki bacak arasına sıkıştırılmışın ifadesiydi. Bu güne kadar şekillenerek, renklenerek çeşitli giysilerle kapatılıp gelmesine rağmen, kadınlar üreme organlarından dolayı hep korunan, saklanılan, gizlenen bir varlıktı.
Her ne kadar halk arasında “pekmez küpümü ki parmaklansın” denilmesine rağmen, kadına bir şey gelmesinden korkulurdu. Kadın namustu. Bu namusa el uzatanlar namussuzlar da erkeklerden başkası değildi. Onun için kimi zaman söylerim. Eğer kadınlar erkekler kadar namussuz olsaydı, yer yüzünde namuslu kadın bulunmazdı.
Namus öyle bir konu ki her yerde her zaman konuşulması söz konusu değil. Oysa yapılan nice namussuzlukları görür, duyarız. ışte onun içindir ki namussuzlar hep namusun arkasına sığınıp kurtulurlar.
ınsanın doğasında normal ve anormal davranışlar var. Bu normal ve anormallik toplumsal etmenler, kişinin yetiştiği aile ortamı, etkilendiği yaşam biçimi onu şekillendirir. Bu da insanın kendine güveni, inanışı, kendini sahiplenmesinde yatar. Bir baba kızını üniversiteye kayıt ettiriyor. Yabancı bir yerde her türlü melanetlikler çıkabilir. Yurda bırakıp dönerken kızım diyor” seni sana emanet ediyorum.” Derken sözdeki incelik insanı düşündürüyor. Bu da çocuğun aile içinde aldığı terbiyeyi belirler.
Toplumda ki iki yüzlülük burada da kendini gösteriyor. Kendileri tüm namussuzlukları yapar, “sütten çıkmış ak kaşık” olarak ifade ederler. Başkasının olmayan üzürlerini kolaylıkla yakıştırırlar. Gel gör ki kendi taşıdıkları kazıktan haberleri yoktur. Sözleri; namusun yalnız kadınla değil; yapılan toplumsal düzeni bozan bir çok iş birden namussuzlukla adlandırıldı.
Halkımız arasında hep söylenir. Namusu dağa, taşa, hayvanlara vermiş hiç birisi bunun sorumluluğunu almamış. Namusu alıp sahip çıkan insanlar olmuşlar. Namusa ne kadar sahip çıktığımızda meydanda. Beynimizde hissetmediğimiz namusu, yüreğimizin merhametsiz dürtüsü, toplumun kışkırtmasıyla birleşince töreye dönüştürerek nelere mal olduğunu yaşıyoruz.