Mahmut Çepoğlu
31 Ağustos 2006
Büroma zaman zaman çeşitli satıcılar gelir. Dergi, gazete, iç çamaşır, kumaş satıcıları ve daha neler neler. Dilencileri de saymıyorum. Kimisi kapıdan dönüyor, kimisi gelip koltuğa oturuyor, dayatmayla bir şeyler satmak istercesine. Hele o gelip koltuğa yıkılan dilenciler yok mu? ınsanı kahrediyor…Fakat bu gün farklı bir satıcı ile karşılaştım. Giyimiyle sıradan bir insan. Elinde kabarık bir poşet ve müsaade isteyerek oturdu. Herkes bir şeyler satmak için uğrar ama o sesini satıyordu. Onun için farklı bir insan olarak kabul ediyorum. Bu işi yapanların binlercesi sahnelerde, magazin haberlerde, paparazzilerde cirit atarken o elinde çantası mağaza, ofis, dükkan, büro demeyip ekmek parası peşinde…Hani bir ata sözümüz var. “Dağlarda kuşa da, kurda da yılana da rastlarsınız. Biri uçarak, biri koşarak biri sürünerek oraya gelmiştir.” ışte Bedir Zarifses’de sürünerek bir yerlere ulaşma çabasından ziyade ekmek parası derdinde. Yıllar gerisine gittim. Seyfettin Sucu, Kadir Sema, Kepekçe Avde lakabıyla tanınan Abdurrahman ınal, Ahmet Karaoğlu, Kazancı Bedih bunlar ebediyete göç etmiş olanlardan hatırlayabildiklerim. Mahmut Tuncer, Küçük ıbo, Urfalı Kazım, Mehmet Özbek, Nuri Sesigüzel, Zekeriya Ünlü ve daha saymadıklarım… Nice ses sanatçısı yetiştirdi bu coğrafya. ışte dünü bugünkü gibi hatırlıyorum. Bir pasajın alt katında bir kişinin sığabildiği dükkanda kaset satan ıbrahim Tatlıses bugün “imparator” olacağı kimin aklına gelirdi. Kader, talih, baht meselesi. Hani “sana baht mı vereyim? Taht mı vereyim” sözüne, “baht verirsen, taht kendiliğinden gelir” sözünü hep söyleriz. ışte dünden bu güne tarihin sayfalarını karıştırdığımızda kimler nereden nereye gelmiş görmek mümkün. Bedir Zarifses kendi kendini tanıtıyor. Tanıtımla birlikte bir kaset birde cd sini masanın üzerine bırakıyor. “Alıp almamakta serbestiniz” diyor, nazik ve soyadı ile müsemma… “Ne yapalım imkanlarım bu kadar.” deyip kendi kendine söyleniyor. Bedir Zarifses’i dinlerken yıllar gerisine gittim. Gah Seyfettin Sucu’nun Urfa tabiriyle çıngıravı sesini duyar oldum, derken Kepekçi Avde’nin öleceğini biliyormuşçasına o ağıtlı yürek yaralayan sesini hissetim beynimde. Dinledikçe Zarifses’in de onlardan kalır yanı olmadığını gördüm. Özel bir ses, hüzünlü, etkileyici. Kaset ve cd’lerinin amatörce doldurulduğu her halinden belli. Sesi dalga dalga yayıldıkça o müzik atmosferin de dinleyiciyi mutlaka etkileyebiliyor. Doğduğu köyde çobanlık yaparken sürüyü dinlendirirken yanık türküler söylermiş. Beriye gelen güzeller içinden birine vurgundur. Bir dövme gibi yüreğine kazımıştır. Onu ancak türkülerde dillendirir. Fırat’ın derin sularına hüzünlü bakar, derdini döker. Fırat bazen onu sessiz sedasız dinlerken , bazen onun yanan bağrına, hasretine, isyanına eşlik eder, coşar kabına sığmayarak. Çerçilik yapar, seyyar satıcılık yapar derken girip çıkmadığı iş kalmaz, son umudu sesi olur. Radyoları dinliyor derken televizyonla tanışıyor. Onun sesinin güzelliğine kavuşmayan nice teneke sesli sanatçı geçinenler sahneleri işgal ederken o da boş duramazdı. şehre gelip bir kenar mahalleye yerleşiyor. Yapacağı bir iş olmayınca oda sesine güvenerek pazara çıkar. Çalmadık stüdyo kapısı bırakmıyor. O saf köylülüğü ile ne dolaplar ne entrikalar çevrildiğini görür. Biriktirdiği birkaç kuruş ve çevresindekilerden aldığı yardımıyla başlıyor kaset yapmaya… Yıllar önce Seyfettin Sucu bir türküsünde sesinin satışını seslendiriyordu. Belki bir suçluluk belki bir mecburiyet. ışte şimdi Bedir Zarifses’de aynısını yapıyor. Yedinci kasetini çok zor şartlarda doldurmuş. Ödediği bedeli şimdi tane tane satarak kazanmaya çalışıyor. Kimi türküleri kendine göre yorumlarken, kimilerini orijininden daha farklı şekilde söyleyerek dinleyicilere kendini beğendirme çabasında. Sesinden başka hiçbir sosyal güvencesi yok.