Mahmut Çepoğlu
13 Temmuz 2006
Zamanız ölen yalnız o değildi. Misyonunu tamamlamadın ölenleri şöyle bir anımsadım. Yılmaz Güney, Turgut Özal, Ahmet Kaya şimdilik hafızama kazınanlar…Daha isimleri saygı ve minnetle anılacak kimler, kimler…
Gazeteleri karıştırınca Türk sinemasının ünlü oyuncusu Kemal Sunalın altıncı ölüm yıldönümü ile ilgili gazetelerde ki haberini görünce doğrusu şaşırdım. Birincisi ne çabuk altı yıl olduğu, ikincisi neden bu kadar küçük haberle anılması oldu.…Magazinsel haberlere, paparazzileri saatlerce yayın yapan tv.ler onu unutmuşlardı her halde.
ınce bir sütuna sığındırılmış halini görünce üzülmemek elde mi? Her ne kadar gülen bir resmini koymuşlarsa da, hüzün aktığı her halinden belliydi. O yetmez hiçbir sanatçı dostu, hele onu sevenlerin olmaması büyük bir talihsizlik. Aslında fiş, makbuz, evrak kovalamaktan, zamları takip etmekten, ülkeyi kasıp kavuran çete, mafya, kapkaç belasını izlemekten en yakınımızın bile ölümlerini unutur olduk. Dilimize pelesenk olmuş bu olayları anlatılmaktan ve duymaktan nefret ediyoruz da elimizden ne geliyor yazmaktan başka.
Konuyu dağıtmadan devam ediyorum. Bir çengel bulmacanın ortasında bir resmi vardı, rahmetle andığım Sunal’ın. Bir de küçük köşe haberi….Her halde vefa örneği sergileme anlamında olsa gerek. Oysa köşe yazarlarının da ondan bahsetmesini isterdim. Sosyal yaratıcılığı ile bir deha, mimik ve hareketleri ile bir efsane olan şabanı…
Yaptığı trajikomik filmlerle yaşadığı toplumda büyük dersler veriyordu, anlayana. Öldükten sonra haklı gördüğümüz, ölmeden önce sövgülü sözlerini öne çıkarıp tenkit ettiğimiz şaban karakteri, yaşantımızın resmini çizerdi. Çünkü “sövgüsüz” hangi günümüz geçmiş ki, hem de sinkaflı…. Alış verişte, sokakta, trafikte her yerde…
Kemal Sunalı hep gülerek izledik. Aslında onun her sözü, her hareketinin altında, bir giz, anlatım tarzıyla örnek alınacak davranışlar yatıyordu. Ders aldık mı hiç zannetmem, güldük geçtik.
Eğer Kemal Sunal’ın Zübük filmini izlemeseydik, öyle bir tiplemeyi yaratıp, bize hal ve hareketleri, davranışlarıyla örnekler sunmasaydı, siyasetimizdeki zübükleri, dalkavukları, yağcıları, yağdanlıkları, kalaycıları tanıyabilir miydik? şaban tiplemesiyle gönüllere taht kuran saflık ve kurnazlığın simgesi olduğu kadar, tatlı aptallığı ile bizleri çileden çıkarın, güldüren, sevindiren hep o olmuştur.
Olanaklar sağlanaydı da onu Zincirli Kuyu mezarlığında kabri başında durup, avuç açıp onu dua yapabilseydim. Her halde bu satırlarda bu dualarımın sevabı ona ulaşır. Nur içinde yat. Mekanın cennet olsun. Sen çok erken öldün. Yine de bize bıraktıklarınla çok şey edindiğimizden eminim.
“Bir akıllı bir kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkarmamış” sözünü hep onu izlerken, toplumda akıllı geçinenlerin nice deliden daha deli olduğunu söylemek yanlış mı olur? ışte Türk sinemasının Amerika’nın avantürlü filmlerinin tesirinde kaldığı bir dönemde şaban bizi sinemaya bağladı. ıçimizden bir figürdü. Sinemayı unutmuş olanlar tekrar sinemaya geri döner oldular.
Onun için diyorum sen çok erken öldün Kemal Sunal. Daha bu toplumda gizli kalan yüzlerle bizleri buluşturacaktı, ne çare ki ölüme çare yok…. Acı ve özlem değil beni bitiren umutsuzluktur. Toplum her gün yarattığı yeni zübüklerle alaşağı olmuş gidiyor.
Tarlasını tutan yağmura koşuyor böyle bir şey olur mu demeyin? Kemal Sunal olsaydı mutlaka bunu en güzel şekilde rolüyle hal ve hareketiyle sergilerdi.
ıki keçiyi al bunu götür çayıra sal diyebilecek kadar güvenemeyeceğimiz bu insanlar, şimdi şehrin yönetimine talipler. O yetmez ülkeyi bile idare etmeye niyetlidirler. Hata bu insanlara bir koltuk yetmiyor, iki koltuğa birden taliptirler. Dahası gözleri doymadıkları için gece eve gittiklerinde koltuklarının birini eve götürme niyetinde olduğunu bilseydin, kim bilir neler derdin.
Kemal Sunal halkın içinden biriydi. Eğer halktan biri olmasaydı, tavır ve mimikleri ile bizleri güldüremezdi. Başarılı komedyenliği, doruktaki oyunculuğu ile sinemaya yeni ve taze kan olduğu kadar düşünen, ülkenin geleceğini görenlerin ufuklarını ufuk açıyordu.
şabanın bir fıkrasını anlatarak geçiyorum.
şaban filimin bir karesinde zincirini kıran ve gelip bir memlekete başbakan olur. Danışmanlar koşarak el pençe dururlar ve heyecanla, hararetle anlatırlar. “Başbakanım gazeteler sizin hakkınızda neler yazmış neler” deyip dert yanarlar. Başbakan “Halla halla benim niye haberim yok.” Deyince, heyecanını kaybetmeyen bir danışman “sayın başbakanım siz gazete okumuyorsunuz ki.”