Mahmut Çepoğlu
31 Mart 2006
Dam üstü ile ilgili yazılmış türküleri duydukça, yeni bir ufuk açılır gözlerimin önünde. Ben, türkü sözlerinin yaşamımızın ta kendisi olduğunu hep söylerim. Dam üstündeki yaşamın türkülere kadar girmesi, acı-tatlı sevdaların sesli dile geldiği yerlerdir. Bazen de sessiz, suskun yüreğin bir köşesinde durur, yakar bir köz ateş, suyun söndüremediği….. Konu “dam üstü” olunca çocukluğumuzun, gençliğimizin yaşanmış anıları, sitayişle bahsettiğimiz o güzellikler bir film şeridi gibi geçer ister istemez… “Dam üstü” sıcak çöl iklimine karşı “hayat” dediğimiz avlulu evlerin içindeki yaşamın merdivenle terasa çıkmasıdır. Bir yaz boyu akşamdan sabaha kadar kullandığımız dam üstleri bunaltıcı sıcakların referansıdır. Bağa, bahçeye çıkamayanların kendine göre kurduğu düzen… Özellikle yaz aylarında, bunaltıcı sıcakların basmasıyla, dam üstleri, geceleri bir yaşam tarzı oluverir. Dağların gölgesi şehrin üstüne düşünce, dam üstlerin de bir hareketlilik başlar. Genç kızlar, gelinler, annelerin uğraşı gözlenir. Damların üstü toprak ise sulanır, süpürülür, beton ise yıkanır ki günün betona işlenmiş sıcaklığı bertaraf edilsin. Çul serilir, minderler indirilir, yastıklar dizilir. Yazın dam üstüne taşınmak başlı başına ev içi bir uğraş, bir göç de diyebilirsiniz. Yemek hazırlıkları dam üstünde yapılır. Damlara kurulan tahtlara yataklar taşınır. Yemek derken ardından çay, kahve keyfi başlar. Sıcağın hararetini dindirmek için dinmek bilmeyen bir su istemi hep yenilenir. Gece yarılarına kadar koyulaşan sohbetlerde hep tatlı ve serin bir hava esintisi aranır. Günün yorgunluğu atmak için kıyafet değiştirilir. Geceyi süsleyen çubuklu pijama geleneği hep dam üstünde kendini gösterir. Dam üstünden görebildiğin bütün yıldızlar hepsi senin sinende parıldar. Ayın ağılı senin gözlerindir. Saman yolunda yürür, ninemin “komka seviya” deyip masalını anlattığı öksüzler topluluğuyla beraber ağlarsınız. Kendinizi mutlu yarınlara hazırlarsınız. Gözler karanlık nedir bilmez. Komşuda; terasta bir dam boyu uzatılmış tellerle çalışan radyonun hışıltıları arasında bir türkü işler yüreğine gürül gürül… “Dam üstünde çul serer” Dam üstü günlerin tadı anlatmakla bitmez. Sevgilerin yaşandığı, hasretlerin dile geldiği, komşuların gözleri ile birbirine misafir olduğu yerlerdir. Tüm komşular bir ev gibidir. Kimse kimsenin yaşamını yadırgamaz. Kimse komşusunun hakkında yanlış bir düşünceye girmesi söz konusu bile olmaz. Kimi komşular birbirlerinin suç ortaklıklarını bile yaşarlar. Her ne kadar kurulu tahtalar etrafına bez geriliyorsa da bazı hareketler, sesli konuşmalar komşusu tarafından hemen duyulur ama bir ömür sır olarak saklanır. Gündüz yakan sıcaklığı, gece kırılmaya başlayınca, gizli gölgeler dolunayın azizliğine uğrarlar. Elbette dam üstü yaşamı bugünkü apartmanla kıyaslamak mümkün değil. Apartman yaşamındaki komşu ilişkileri tatsız tuzsuz. ılgisizlik, tanımamazlık, neme lazımcılık sürüp gitmekte. Ataların ev alma komşu al” sözü hep dillerdedir. Çocukluğumuzun derin uykularında uyanmak istemediğimiz dam üstünün keyfini şimdiki binaların balkonlarda bulamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Apartman yaşamının doğayla bağlantısı ancak bir tatil gününde şehrin dışına çıkmak yada şehir merkezindeki bir parka gitmekle kurulabilir. Oysa dam üstleri sürekli özgür bir toplumun yaratılmasının temel öğretisidir bana göre. Gökyüzünün boşluğunu göre bildiğince düşünmekte özgürsünüz. Özerk bir bölge diye adlandırabilirsiniz. Çünkü dam üstünden gök yüzüne kadar gözün alabildiğince senin gözlerinin hakkı… Apartman içindeki fazladan bir eşya, balkondaki bir fazlalık hemen sizleri rahatsız eder, göz estetiğinizi bozar. Halbuki dam üstündeki eşyalar o göğün boşluğu altında sizlere görünmez bile. Hele dam üstünde oturma alışkanlığınıza birde gizliden getirdiğin “komşular görmesin ayıp olur” dediğin bir şişede iki bardak yudumlayarak “akşamlar oldu gene, çıralar yandı gene, al yüzlü ceylan gözlü fikrime düştü gene” demeler terkedilmişliğin hüznü duvarlar arasında ziyade yüreğinde susar kalır. Dam üstünün ayrı bir keyfide kuş uçurmak olduğu kadar onları sulamak, yemlemek kafeslerinden dışarı salmak, gökyüzüne uçurup, kanat çırpmasını, takla atmasını sağlamanın tadı anlatılır gibi değil. Birde kadınların çamaşır yıkayıp dam üstündeki geremeç telinde kuramaya bırakmaları ayrı bir hazdır. Dam üstündeki koyulaşan sohbetler insanlar yeni dünyalara keşfe çıkmış gibisiniz. Gökyüzü sizin dilinizden çıkan kelime ve isimlerle şekillenir. Kimi zaman tarihsel bir perspektif çizer, kimi zaman gökyüzünü keşfe çıkmış bir bilim adamı edasıyla, fırlatılan uyduları konuşur, astronotların yaşamlarını duyarsınız… Dam üstü keyfi yanında birde damdan düşmeler var ki sormayın, bende büyük acısı var.… Yağmurlar çiselemeden, güz rüzgarları esmeye başlayınca damlardan inilmeye başlanır. Yazlığa çıkmışların verdiği tedirginlikle evlerin diplerine çekiliriz…