Mehmet Göncü
2 Mart 2006
Bu işe kim şaşırsın?
Dün sarayönünde icra-i faaliyet gösteren ve kuru gıda bakkallığı yapan daha önce tanıdığım bir esnafın dükkânına gidip, alışveriş yapmak istedim.
Dükkâna gittiğimde iş yerinde genç bir kişinin oturmakta olduğunu görünce dükkân sahibini sordum. Keşke sormaz olaydım. Dükkânda oturan genç, “o sorduğunuz şahıs iki hafta önce aniden vefat etti.” deyince gerçekten çok üzüldüm. Çünkü bahse konu şahıs çok genç biriydi. Öğrendiğimize göre de henüz 42 yaşındaymış. Allah ölene rahmet etsin, kalan yakınlarına da sabri cemil ihsan etsin.
Ne diyelim! Gerçekten ölümün üstü örtülüdür. Kişinin nerede, nasıl, kaç yaşında? öleceğini yalnız Allah bilir.
Biz faniler aciz içinde olduğumuzu her zaman hatırlamak ve buna göre davranmak zorundayız. Ne var ki, genç ölümlere insan biraz daha fazla üzülüyor. Yunus Emre bile, “Genç ölüme çok yanarım. Gök ekini biçmiş gibi” demekle bu konudaki üzüntüsünü dile getirmiştir.
Keza; şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı da ölümün ne zaman, nereden? geleceğinin kaçanılmaz gerçeğini şu dizelerle dile getiriyor.
Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde nasıl kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Bu konuyla ilgili bir hikâyeyi rahmetli babamdan dinlemiştim.
Bir gün adamın biri, çarşıda garip kıyafetli bir yabancı görür, merak eder yanına varıp selâm verir. Ve arkadaş olurlar. Bir ara yabancıya kim olduğunu niye geldiğini sorar? Çok ısrar edince, yabancı şahıs ben azrailim yani (ölüm meleği) olduğunu ve filan oğlu filanında canını 5 dakika sonra almak için görevlendirilmiş olduğunu söyler.
Adam bakar ki, azrail’in tarif ettiği kişi kendisidir.
Hemen oradan süratle uzaklaşıp Hazreti Süleyman’a koşar. El etek öper. Kendisini Dünyanın en uzak bölgesindeki bir ıssız adaya göndermesini ister.
Hazreti Süleyman da emrindeki cinler vasıtası ile şahsı bahse konu istediği adaya yollar.
Adam kurtulduğunu sanarak sevinç içinde derin bir nefes alır ve oturduğu yerden bir anda başını kaldırır, bakar ki azrail karşısında duruyor. şahıs bu duruma çok şarır ve ürker.
Azrail ise adama hitaben, “arkadaş sen şaşırma ben şaşırayım” der. Çünkü, “beni senin canını alayım diye görevlendirdiklerinde yer olarak 5 dakika sonra bu adayı tarif etmişlerdi. Halbuki ben seni biraz önce dünyanın öbür ucunda görmüştüm. Görevim için buraya gelirken düşünüyordum. Bu insanoğlu bu adaya bu kadar kısa zamanda nasıl gelecek diye de çok merak ediyordum. Adaya geldiğimde seni karşımda buldum. Bu nedenle bu olaya sen şaşırma ben şaşırayım” der.
Gerçekten atalarımız boşuna dememişler.
“Acel gayip, rızık gayip” onun için ölüm gerçeğini hatırlayıp ona göre davranmak en akıllıca yol olsa gerek.
Kimseye baki değil, mülki Dünya simu zer,
Bir harap olmuş gönlü tamir etmektir hüner.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.
********
Belediyenin yoksullara dağıttığı
ilac’a bir destekte Mersin’den geldi
Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Eşref Fakıbaba’nın Karakoyun ış Merkezinde kurdurduğu yoksullara ilaç dağıtımı ünitesine, bir destekte Mersin’den geldi.
Bu hayırlı işle ilgili gelişmeleri Eczacı Neşat beyden dinledim.
Bundan bir süre önce ilimizi ziyarete gelen Mersin Eczacılar Dağıtım Kooperatifi (EDAK. S.S.) ilgilileri ilaç yardım konusunu uzun yıllardan beri yoksullara ücretsiz dağıtım yapan Eczacı Neşet Uçkan beyden öğrenmişler.
ılaç dağıtımında Belediyemizin ve Neşet beyin birlikte başlattığı bu yeni bir organizasyonun halka daha çok faydalı olduğunu gören ve bu örnek davranıştan çok etkilenen konuklar, sonuçta ilimizdeki ziyaretlerini tamamlayıp Mersin’e döndüklerinde, kendi illerindeki imkânlarıyla temin ettikleri ilaçları koliler halinde Neşet beye göndermişlerdir.. Bu güzel davranışları ile hem sevap işlemişler, hem de israfı önleyerek milli ekonomiye katkıda bulunmuşlardır.
Bugüne kadar da üç defa koliler halinde ilaç yollayan bu duyarlı insanlardan Allah (c.c.) binlerce defa razı olsun.
Eczacı Neşet Uçkan da bu ilaçları ve ayrıca hayırsever halkımızın getirdiği diğer ilaçları işçileri ile birlikte tasnif ediyor, sonra da belediyenin bu iş için tahsis ettiği yere gönderiyor, bu yer Karakoyun ış Merkezinde belediyenin yardım amaçlı kurduğu gıda bankasının tam karşısındadır.
Hergün saat 10’a kadar açık olan bu yerde ellerindeki reçetelerle müracaat edenlere ilaç yardımı yapılıyor.
Gerek gıda yardımı, gerekse ilaç yardımı nedeniyle yoksul halkın duasını alan sayın Fakıbaba’dan benimde bir istirhamım var. Mümkünse ilaç dağıtım yerinin de gıda bankası gibi bütün gün açık kalmasının sağlanmasıdır.
Netice itibariyle; bu işler gönül ve hayır işidir. Bu nedenle emeği geçen herkesi yürekten kutluyorum. Allah hepsinden razı olsun.
Bugünkü yazımı büyük ozan Yunus’un şu dizeleri ile bitireceğim. Yorum siz değerli okuyucularımındır.
Bir kez gönül yaptın ise,
Er eteğin tutun ise,
Bir hayırda ettin ise,
Birine bin az değil.
Bir kez gönül yıktın ise,
Kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda, lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla..
…………………….
Kötü alışkanlıklar
Son dönemlerde her nedense bazı güzel davranışlarımızı birçok kimsenin terkettiğini görüyor ve üzülüyorum.
Bana göre; bu durumun neden ve niçinlerini başka bir yazımda geniş olarak ele alacağımdan, ben bugünkü yazıma kötü alışkanlarımızı birlikte yorumlayalım diye yazmayı uygun buldum. Bazı kötü alışkanlıklarımız ise şunlardır;
-Başkasının kusuruyla alay etmek,
-Konuşulanı beğenmediğini belli etmek,
– Başkasının yanında gizli konuşmak,
– Verdiği sözü yerine getirmemek,
– Anlatılanların sonunu beklememek,
– Gizli şeylere kulak kabartmak,
– Başkasının malını izinsiz kullanmak,
– Söyleneni bildiğini göstermek,
– Kötülüklerini överek anlatmak,
– Yemekte en iyi parçaları almak,
– Borcunu zamanında ödememek,
– Konuşanın sözünü kesmek,
– Bildiği sırları açıklamak,
– Başkalarını rahatsız etmek,
– Kibirli ve gururlu olmak,
– En iyi yeri seçip oturmak,
– Açık- saçık ve argo konuşmak,
– Gizli şeyleri araştırmak,
– Kendini hep haklı görmek,
– Kusurları açığa vurmak,
– Bekletmekten utanmamak,
– Kendinden çok bahsetmek,
-Yüksek sesle konuşmak,
– Başkalarına sert bakmak,
– ınat yollu tartışmak,
– Sık sık ödünç istemek,
– Çok yemin etmek,
– Haksızlık etmek,
– Hediye istemek.
– Kanaatkar olmamak
-Teşekkür etmeyi bilmemek
Dürüst ve şeffaf bir toplumda, lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla..
…………………….
Son 25 yılda Urfa’da
yapılan üç önemli eser
Dünyanın en eski üç kentinden biri olan Urfa ili, kültürlerin harman olduğu kutsanmış bir şehirdir.
Ben bu yazımda kentimizde son 25 yılda yapılan önemli üç büyük eserden bahsedeceğim.
Bana göre; birinci eser Atatürk Barajıdır ki, bu baraj yalnız Urfa’ya değil, güzel yurdumuz Türkiye’ye de ışık ve bereket sunmaktadır.
ıkincisi ise; Urfa ili merkez ve beldelerinin en az elli yıllık temiz içme suyunu karşılayacak olan arıtma tesisidir. Bu tesis, Urfa’nın gelişmesi konusunda yaşamsal bir öneme haizdir.
Üçüncüsü ise; kent merkezi içerisindeki Divanyolu Projesidir ki, bu projenin büyük bir bölümü bitmiştir. Proje tam olarak bittiğinde ise kent halkına büyük bir rahatlık sağlayacaktır.
Nitekim, dün saray önünden balıklıgöl’e kadar bir gurup arkadaşla yürürken bu rahatlığın mutluluğunu birlikte tattık.
Ben kendimi bir an Ankara Kızılay da veya ıstanbul Elmadağ bulvarında hissettim.
ınanın şu haliyle bile insanlar kaldırımları tıklım, tıklım doldurmuş vaziyette, rahat rahat yürüyerek gidiş ve gelişleri kullanıyorlar.
Kaldırımlar ve caddeler estetik bakımından da çok güzel bir görünüm arz ediyor.
Yol boyunca bir çok esnaf ve yayalarla sohbet etme imkânım oldu. Konuştuğum kimselerin istisnasız tamamı bu güzel projeyi tasarlıyanları ve bitirme aşamasına getirenleri yürekten kutluyorlardı.
Bana göre; o caddelerin ve kaldırımların önceki halini bilen herkes, yeni durumla eskinin karşılaştırmasını kendi vicdan muhasebelerinde yapmalıdırlar.
Kaldı ki; bu şehrin cadde, sokak ve kaldırımlarında bugünkü haliyle bile günde en az bir milyon insan dolaşıyor, iş takip ediyor ve alışveriş yapıyor.
Yakın bir gelecekte Urfa’nın ülkemizin üçüncü veya dördüncü büyük şehri olma gerçeği var. Bu durumu önceden bilip, ona göre plan ve proje yapan ileri görüşlü yöneticilere şehir halkı olarak destek olmak gerekiyor.
Özetle; yazı başlığımızdaki üç eserle ilgili olarak emeği geçenlere sonsuz teşekkürler ederken, isim olarak öne çıkan daha önceki başkan sayın Ahmet Bahçıvan’a ve bugünkü başkanımız sayın Ahmet Eşref Fakıbaba’ya teşekkürü bir borç bilirim. Allah (c.c.) büyük devletimize ve aziz milletimize zeval vermesin.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda, lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla..
…………….
Son yıllarda sağlıkta çok güzel
iyileştirmeler oldu
Sağlık bir toplumun en önemli meselesidir. Çünkü tüm toplumsal ve sosyal aktivitelerin yaşama geçirilmesi ve sürdürülebilmesi, ancak sağlıklı bireylerin oluşturduğu toplumlarda istenilen düzeylerde mümkün olabilmektedir.
Bu nedenle; atalarımız, “sağlığı olanın umudu, umudu olanında her şeyi olur” demek suretiyle yukarıdaki yorumumuzu teyit etmektedirler.
Yaşanan pratiklerde de görüyoruz, hasta olan bir kimseden hiç bir iş istenmez. Zira; hastalık kişiyi nötür hale getirir.
Özetle; “Herşeyin başı sağlıktır” sözü boşuna denilmemiştir.
Keza; aklımda kaldığına göre, cihan padişahlarımızdan Kanuni Sultan
Süleyman;
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
olmaya ulu devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi” demekle, yaşam için sağlığın en önemli ve birincil zenginlik olduğunu izah etmiştir.
Hal böyle iken bana göre; son yıllara kadar ülkemizde sağlık politikası hiçte istenilen düzeyde yürütülemedi.
Hastahanelerde yaşanan trajediler, dramlar, çileler bitmez, tükenmez acılar gündeme damgasını hep vurdu. Bu husus sürekli gazete sayfalarına da manşet oldu.
Bu konuda, benim bizzat yaşadığım çok boyutlu olumsuzlukları kaleme alsam gerçekten ciltler dolusu kitap eder.
Neyse; biz geçmişi bırakıp bu günkü duruma bakalım. Bütün samimiyetimle söylüyorum. şu anki hükümetin sağlıkla ilgili aldığı kararlar ve iyileştirmeler o kadar güzeldir ki, bana göre; bu yeni uygulamalar bir reformun ötesinde, halkın sağlığına kavuşmasında ve mutluluğuna giden yolda çok boyutlu ve çok faydalı bir devrim olarak değerlendirilebilinir.
Bu nedenle; Sağlık Bakanımız sayın Recep Akdağ’ın şahsında tüm emeği geçenleri yürekten kutluyorum.
Bu arada ilimizde de çok güzel işler başarıldı. Resmi kurumlarla anlaşmalı özel hastanelerin devreye girmesi sonucu, meydana gelen faydalı, tatlı ve güzel rekabet neticesinde, devlet sağlık ünitelerinde de gözle görülür iyileştirmeler oldu.
Nitekim; 500 Yataklı Devlet Hastahanemiz pırıl pırıl olarak tüm üniteleri tamamlanma aşamasında olup, bu konumu ile bölge hastanesi olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Keza; doğum, çocuk ve diş hastahaneleri ile sağlık ocaklarında da halka güzel hizmetler sunuluyor.
Öte yandan; özel hastaneler ve polikliniklerde süper kalite hizmetlerine yenilerini ekliyorlar.
Bütün bunlar çok sevindirici gelişmelerdir. Sonuç olarak yukarıda bahsettiğim atasözünde olduğu gibi, “sağlığı olanın umudu, umudu olanın da herşeyi olur” gerçeğinden hareketle, güzel yurdumuz Türkiye’yi daha güzel günlerin beklediğine yürekten inanıyorum.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda, lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla..
……………..
55 yıl öncesindeki
Güzel Urfa anıları
Çocukluk yıllarımda babamın işi gereği ancak tatillerde Urfa’ya gelebilirdik. Rahmetli dedemin ve amcalarımın Harun beyin yokuşunda Ömeriye Mahallesinde ve Askeri Mahallede evleri vardı. Yazlığı-kışlığı ayrı odalar ve geniş bahçeli (Hayatlı) alanlar Yediveren (Arış) , asma ağaçları, çeşit çeşit çiçeklerve her hanenin avlularını süsleyen vazgeçilmez aksesuarlarıydı.
O, evlerde yaşamı rahatlatacak her şey düşünülmüş, göz zevkinden, ruh huzuruna ve beden sağlığına kadar en ince ayrıntılar hesap edilmiş, yeri gelmiş taşı dantel gibi süslemiş, kuşlara bile takalar (yuvalar) yaparak doğayla özdeşleşmişlerdi.
Bu güzellikler kent halkının moral değerlerine yansımış, insani ve ahlaki davranışlar en üst düzeyde yaşam biçimi şekline dönüşmüştü. Karşılıklı sevgi ve saygı, konuklara ayrıca özel bir ilgi, aile ve topluma hakimdi.
Akranlarım olan amca çocuklarıyla Balıklıgöl’ü gezer, Hasan Padişah ve Pazar Camisi avlusundaki su çeken dertli dolapları her gün izlemekten hiç bıkmazdım. Hele Attar Pazarı’ndaki baharat kokuları insanı masal diyarlarındaki gizemli aleme götürür, Alaaddin’in lambasının ve büyük cininin hemen bir köşeden çıkıvereceğine inanır gibi olurdum.
Tertemiz çarşılarında icrai sanat eden esnafın gani gönüllü, kanaatkâr davranışları, ahilik kültürünün güzelliklerini yüzlerine ve içlerine yansıtarak becerilerini mükemmelleştirirdiler. Hem çalışır, hem Urfa’nın doyumsuz güzellikteki seslerini, müzik eşliğinde kasetlerden dinler çarşı pazar ruhun gıdası ile keyiflenir canlı, temiz insan ve mekân manzaraları ortaya çıkardı.
Akşama doğru çarşıda işimiz biterdi. Nispeten daha serin olan Karaköprü ve Maşuk Köyündeki yazlık evlerden birine sepetler dolusu yiyeceklerle merkeplere binerek güle oynaya giderdik.
Hâlamın sabah namazından son^ra bağ evimizde hazırladığı saca basma ve bazlama ziyafetini, akşam yemeğinde ise çırpı ateşiyle çömlekte pişmiş kazan kebabını ve dalından yeni kesilmiş tahanevi üzümünün kokusunu ve lezzetini hayatımın başka bir evresinde hiç tatmadım desem abartılı olmaz.
Ya hele yusufututan diye tanınan kumruların insan ruhunun derinliklerine inen huzur veren, stres atan bir serin su gibi ötüşleri vardı ki, Bu ahenkli nağme en katı kalpleri bile yumuşatacak nefasetteydi.
Tatil çok çabuk geçer, babamın işinin olduğu kent’e geri dönerdik.
Urfa’ya ve gönül dostlarına kavuşmak için emekli olunca gelip ecdad diyarına temelli yerleştim.
Ne yalan söyleyeyim hem sevindim, hem de hüsrana uğradım desem yeridir.
Sevincim; güzel Urfa’ma, akrabalarıma, arkadaşlarıma ve dostlarıma kavuşmakla oldu.
Hüsranım ise, eski değerlerin yok olmuş haliydi. Örneğin; Hayatlı evler terkedilmiş, insan ofisi tabir ettiğim beton yığınları, şehri istila etmiş, sessizlik gitmiş motorsiklet ve otomobil ile gezen bazı magandaların yüksek volimli çirkin kaset sesleri yaşama hakim olmuş, insanı canından bezdirecek düzeye varmıştı.
şehrin varoşları çeşitli sebeplerden dolayı, çarpık ve sağlıksız gecekondularla dolmuştu. En acısı da bu semtlerde şark çıbanı denilen illet yeniden hortlamıştı.
Leylekler, kumrular, keklikler ve daha nice canlı türleri şehri tek etmişlerdi.. Tek-tük kalan kumrularında inatla ötmediklerini hayretle gözlüyordum.
Kuşlar, leylekler gitmişlerdi ama, onların yerine çeşitli tip ve yaşta dilenci şehri doldurmuş, halkı rahatsız edecek şekilde merhamet sömürüsü yapıyorlardı.. “Toplumun himayesinde olan ve tedavilerinin yapılması gereken sahipli, sahipsiz, bir çok akıl hastası ilgililerce alındığı söylenen önlemlere rağmen, çarşı pazarda dolaşmaya devam ediyorlardı.
En çok üzüldüğümde, şarkılara konu olan Urfamızın dört bir etrafındaki bağların ve bahçelerin yok olma ve bitme noktasına gelmiş olmalarıydı.
Ve nihayet ne ekmeğin kokusu, ne kumruların ötüşü ve ne de pınarların suyu yoktu artık. Peynirler yağsız, yoğurtlar kaymaksız satılıyordu. Anlaşılan bazı kişilerde insanı ve ahlaki değerler de erozyona uğramıştı.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.
…………………..
Dumanını yel alır,
Parasını el alır,
Zararı ziyanı,
ıçene kâr kalır.
Yukarıda belirttiğim dörtlük, bir bilmece olsa, hemen hemen her okuyan bu dizelerin sigara denilen afeti tarif ettiğini tahmin eder.
Adına tütün dediğimiz bu bitki, Kristof Kolomb tarafından Amerika’dan eski Dünya’ya getirilmekle, insanlığın başına da büyük bir belâ açılmış oldu.
Ben şahsen, 40 yıldan beridir, sigara belâsı ile ilgili basında çıkan bütün yazıları bir dosyada biriktiririm. Zaman, zaman da bu yazılarımı dostlarıma verir, sigara içmemelerini sağlamaya çalışırım.
Bu konuda; ne insanlar gördüm ki, o kişiler genç yaşlarında sigara belâsı yüzünden çalışma performanslarını kayıp edip, ahir ömürlerini marazlı bir şekilde geçirip, çocuklarına ve yakınlarına ızdıraplı günler yaşattılar.
Ekonomik olarak da en azından yılda bir kişi 2.000. YTL sigaraya para harcar. Varın siz bir ömür boyu havaya gidecek miktarı düşünün.
Öte yandan; sigaranın sebep olduğu hastalıkların tedavisinde harcanan zaman ve kayıp olan parasal değerler, milli ekonomimize verilen büyük bir zarar değil midir?
Sigaranın herkesin bildiği zararlarını burada yazıp zamanınızı almayacağım.
Benim amacım, sigaranın da istenildiğinde bırakılabilenecek kötü bir alışkanlık olduğunu değerli okurlarıma anlatmaktır.
Neticede, ben bırakamam diyen çok kimse tanıdım. Bu şahıslar öyle bir gün geldi ki, sigara onları bıraktı. Yürüyecek halleri kalmadı. Yatak köşelerinde ahir ömürlerini ızdırap içinde geçirdiler. Artık sigara isteselerde içemiyorlardı. Hatta bunlardan bazıları sigarayı dudaklarına götüremiyecek kadar da güçsüzleşmişlerdi. Bunlardan bir kısmının meşhur Burger (Budama) Hastalığına tutularak el ve ayaklarının kesilmiş olduğunu gördüm.
Esasen; bu kötü alışkanlıktan irade ile kurtulmak mümkündür. Örneğin günde dört paket sigara içen arkadaşım Mahmut Akbulut, bir anda “bu mereti içmeyeceğim” dedi ve 15 yıldır bir tek sigarayı içmek için dahi eline almadı. ıyi bir örnek olduğu için kendisini yürekten kutluyorum.
Daha bir çok dostum vardır ki, “içmeyeceğim” dediler ve içmediler. ıstenirse insan çok güçlüdür. Sigara nedir ki? Neticede şuursuz bir bitkidir. Çok şükür bende içmiyorum ve içilen yerlere de gitmiyorum.
Bütün içtenliğimle söylüyorum. Ben siz okuyucularımı, değerli hemşehrilerimi ve bütün insanlık alemini çok seviyorum. Eğer hâlâ sigara içiyorsanız, lütfen bugün bırakın ve bir daha hiç içmeyin. Aynı gün fizyolojik ve ruhsal olarak rahatladığınızın hemen farkına varacaksınız. Bir kere deneyin, denemekte fayda var.
Öte yandan, akli selim olan hiç kimse de parasının ve sağlığının hebaya gitmesine razı olmaz.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle kalın sağlıcakla.
……………
Urfa’nın çözülmesi gereken en acil toplumsal sorunu; ışsizliktir
Mutat olduğu üzere, geçtiğimiz hafta da Belediye başkanımız sayın Ahmet Eşref Fakıbaba’nın düzenlediği halk gününe katılmıştım.
Bir tatil gününde Belediye’ye gitmek üzere bindiğim araçla, Urfa cadde ve sokaklarından geçerken içimi bir mutluluk kaplamıştı. Güneşli , aydınlık ve ılık bir hava, pırıl, pırıl tertemiz tenha caddeler içime ferahlık getirmişti.
Yanımda oturan kişiye, “iyi ki Urfa’da yaşıyoruz.” O da, “Evet herkes için huzurlu ve ucuz bir kent. Hele Urfa’nın fırın bereketi halkımıza gözardı edilmeyecek kadar ekonomik faydalar sağlıyor” dedi. Sohbetimiz sürerken aracımız da belediyenin önüne gelmişti, vedalaşarak ayrıldık.
Ben başkanın odasına girdiğimde sayın Fakıbaba halkın dertlerini dinlemeye ve ünite amirlerine, konularla ilgili olarak talimatlar vermeye başlamıştı.
Dikkat ettim, müracaatçıların yüzde 95’inin isteği iş talep etmek oluyordu. Hepsinin de haklı ve mücbir sebepleri vardı. ış gerçekten çok önemli bir olay.
Zira; kişiler için yaşamak, üretmek ve çalışmak hayati öneme haiz, vazgeçilmez sosyolojik bir hadisedir. Bu durum bireyi ilgilendirdiği kadar toplumu da ilgilendirir.
Çünkü bu ülkede aynı gemide seyahat eden 73 milyonluk büyük bir aileyiz. Bu geminin güvertesinde veya bodrumunda olmak hiç farketmez. Bu nedenle birimizin derdi hepimizin derdidir.
Bu arada başkana dileğini anlatan müracaatçılardan birinin yol ve temizlikle ilgili bir sorunu vardı. Başkanın anında talimatı ile konun çözüm noktasında görevliler bilgilendirildi. şahsa da neticeyi vermek için telefonu ve adresi alındı.
Üç müracaatçıda yardım talep ediyordu. Bu üç istemi de “ben değerlendireceğim” dedim ve gerekli notlarımı aldım.
Yazımın başında da belirtmiştim. ınsanımız çalışmak istiyor, iş istiyor, işsizliğine çare arıyor. Ama bu sorun yalnız Urfa’nın değil, tüm Türkiye’nin genel bir sorunudur. Hatta bütün dünyanın önemli bir meselesidir.
Bu gün Dünyada önemli bir nüfus artışı var. ıki bin yıl içinde 150 milyon nüfustan 6 milyar nüfusa ulaşmışız. Bu gezegenin kaynakları çeşitli sebeplere bağlı olarak dengeli de dağıtılmadığı için şu an dünya insanına yetmiyor. Bu sebeple, mevcut nüfusun üçte ikisi açlıkla mücadele ediyor.
Ülkemiz ise çok şükür 200 milyon insanı yaşatacak düzeyde, ekonomik potansiyele sahiptir. Esas sorun, bu potansiyeli dinamizme çevirecek sağlıklı ve gerçek kararların bir plan ve proğram dahilinde hayata geçirilmesidir.
Bu işlerin de üstesinden gelecek olanlar ise bizim gibi demokrasilerle yönetilen ülkelerde, temsili ve katılımcı kuruluşlarda görev almış kimselerdi