Cüneyt Gökçe
19 Ekim 2007
Çok önemli bir kaynaşma, dayanışma ve kucaklaşma kurumu olan Zekât ve Sadakaların nerelere ve kimlere verileceği hususu, ilahi beyanda net bir biçimde ortaya konmuş olmasına rağmen bazen bir takım tereddütler meydana geldiği de bir vakıadır.
Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
“Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât işindeki görevlilere, kalpleri kazanılmak istenenlere, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”
Ayet-i kerimenin satır aralarını incelediğimizde, zekât ve sadakaların verileceği sekiz sınıfın hepsi aynı yapıdaki kelimelerle ifade edilmemiştir. ıcaz ve i’caz özelliğine sahip olan Kur’an-ı Kerim’in her bir harfinin, her bir sözcüğünün ve her bir cümle yapısının bildiğimiz ve bilemediğimiz; kavradığımız ve kavrayamadığımız pek mesaj ve manayı taşıdığı muhakkaktır. Buna göre, sekiz sınıfın yedisi kişi kipleriyle dile getirilirken sadece “fi sebilillah” kavramı genel bir ifade olarak ortaya konmuştur. Yani, “fakirler”, “düşkünler”, “zekât işindeki görevliler”, “kalpleri kazanılmak istenenler”, “esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenler”, “borçlular” ve “muhtaç kalmış yolcu ve garipler” tabirleri hep net olarak insan, kişi ve şahıs ifade ederken “Allah yoluna” manasına gelen “fi sebilillah” tabiri genel bırakılmıştır. Bu tabir, herhangi bir kişi ya da kurum ve kuruluşla kayıt altına alınmamıştır.
*Bu sınıflardan “fakirler” ve “düşkünler”den maksat, geçimlerini temin edemeyen ve etmekte zorlanan kimselerdir. Düşkünler, fakirlere nispetle daha da zor durumda olan insanlardır. Zekât nisabı sayılabilecek bir meblağa sahip olamadıkları gibi; geçimlerini teminde de zorlanmaktadırlar. Toplumumuzda bu tür insanların sayısı oldukça fazladır.
*Zekât toplayan görevliler, bu iş ile vazifelendirilmiş olan kimselerdir. Bu memurların bir kısmı toplama, bir kısmı da dağıtma işinde görev alır. Bunların cüzi bir maaşlarının olması zekât almalarına engel değildir. Tam aksine; zekâttan onlara pay ayırmak, görevlerini severek yapmalarını temin edecektir.
*Kalpleri kazanılmak istenenler zümresinde Hz. Peygamber’in çok dikkat çekici bir uygulaması olduğunu görüyoruz. Zekât ve sadakalardan kendilerine pay ayrılan bu sınıftaki insanların bir kısmı, kendisinin veya kavim ve kabilesinin bu sayede müslüman olacağı umulan kimselerdir. Diğer bir kısmı ise, dilinden ve elinden zarar gelebilecek insanlardır. Böylece kötülüklerinin önüne geçilmiş olur. Bir kısmı ise, ıslam’da sebat etmeleri amacıyla destek görmüşlerdir. Günümüz şartlarında da bu kalemden, uluslar arası ilişkilerde, bir kısım mahfilleri ıslam lehine dönüştürmek maksadıyla bir takım düzenlemeler düşünülebilir.
*ıslam’ın geldiği dönemde var olan kölelik kurumunun, ıslam ruhuyla bağdaşmadığı bilinen bir gerçektir. Bu yüzden geldiği andan itibaren, köleliği kaldırıcı tedbirlere başvuran ıslam dini, zekât faslında bile bunu düşünmüş ve özgülüklerine kavuşmaları için bir takım girişim, anlaşma ve teşebbüsleri olan bu esirlere bu noktada elini uzattığı gibi borçluları ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve garipleri de ihmal etmemiştir. Onların da bu sıkıntılı durumlarından kurtulmaları için ıslamiyet zekât köprüsüyle kendilerine ulaşmıştır. “Düşmez-kalkmaz bir Allah” özdeyişinde geçtiği gibi; kişi bazen durumu çok iyi olduğu halde, işlerini meşru yürüttüğü halde, meşru bir seyahatte bulunduğu halde umulmadık olumsuz sürprizlerle karşılaşabilir. Bu duruma düşmüş kimseleri sıkıntıdan kurtarmak ıslami ve insani bir ödevdir.
*Zekatın “Allah yoluna” harcanması gerektiğini ifade eden “fi-sebilillah” kavramı son derece kapsamlı ve alanı geniş bir tabirdir. Zarfiyet ifade “fi” edatıyla kullanılması ise ayrıca dikkat çekicidir. Buna göre “Allah’a yaklaşma, O’nun rızasına erme maksadı güdülen her ihlâslı amel, “Allah yolu” sayılır. Bir kısım müfessirler bu tabiri “cihad” ile sınırlandırmış iseler de, cihadın maddi ve manevi olduğunu da unutmamak gerekir. Fakat kanaatimizce, “Allah yolu”nu “cihad” şeklinde sınırlandırmak, ılahi Kelamın icazına aykırıdır.
Örneğin:
a)Allah rızası doğrultusunda eğitimi üstlenilen öğrencinin eğitim masraflarına katkı sağlamak “Allah yolu”dur ve zekât, bu alanda kullanılır. Bu öğrencinin iaşesi ve ibatesi ile giyim ve kuşamı uğruna yapılan her türlü harcama da “Allah yolu”dur ve zekâtta payı vardır. Hatta bu öğrencinin velisinin muhtaç durumda “olmaması” durumu değiştirmez. Çünkü tahsilde olan ve muhtaç durumda bulunan öğrencinin kendisidir.
b)Hedefi ıslâm’ın i’lası ve ihyâsı olan ve ıslâm’a yönelen çeşitli tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlayan her türlü fikri ve iktisadî faaliyet “Allah yolu”dur ve bütün bu önemli faaliyetlerin zekât bütçesinde payı vardır.
Genel çerçevesini verdiğimiz bu noktayla ilgili örnekler elbette çoğaltılabilir.
Zekat ve sadakalarımızı daha bilinçli vermemiz dileğiyle…