Mahmut Çepoğlu
6 Kasım 2007
Türkiye’yi etkisine alan siyasi rüzgârdan Urfa’da nasibini aldı, bir zamanlar. Kabullensek de etmesek de bir ihtilal yaşandı ve ülke düşünce özgürlüğünden konuşmaya kadar tüm demokratik hakları askıya alındı. Acılar yaşandı, unutulması mümkün değil lakin “zaman her şeyin ilacıdır” sözü söylenir, yanlışta olsa. Yaralar kabuk bağladı.
Yıllarca bir birine düşman gözüyle bakan insanlar arasında, toplumsal yaşamın ve insanlığın gereği toplumsal özveri hayatın her alanında görülmeye başlandı. ınsanlar artık birbirlerini saygıyla karşılıyorlar, insanlığın erdeminden dem vurarak çeşitli fedakârlıklarda bulunuyorlardı.
Geriye dönüp geçmişi irdeliyorum. Birçok kimse üzerlerine serpilen külden silkiniyorlardı. Geçmişin hatalarından arınma çabasındaydılar. Bir kahvede oturuyor, bir masada yemek yiyor, bir düğünde beraber halay çekiyorlardı. Bir mozaiğin parçası olduğuna inanarak bir birlerini sevmeye başlamışlardı. Geçte olsa bu yenilik beraberinde güzellikleri çağrıştırıyordu.
Gün geldi sermaye edinme, servet sahibi olma, menfaatler, her şeyin üstünde tutulmaya başladı. Aynı sokakta geçemeyen insanlar, aynı kahvede oturmayan gençler, artık birbirleri ile iş, alış veriş yapıyorlar ve bu ticari ilişkiler kendilerine menfaat sağladıkları için dostluklar muhabbetler artıyordu. Hata bazı gerçekleri görmezden gelip her şeyin bittiğinden dem vuruyorlardı ki yeniden aralarında bir ayrıcalığın olmaması temennisiydi.
Lakin son dönemde yeniden barışçıl bir bütünsellik aranırken tekrar kin ve nefret tohumu ekmeye meraklı bazıları, tekrar meydanları savaş çığırtkanlıklarına dönüştürmeye başladılar. ınsanlıktan nasibini almamış bu insanlar yeniden kapalı kapılar ardında da insan düşmanlığını sürdürmeye başladılar. Yeni bir şeyler söylüyormuşçasına bazı şeyleri bahane ederek kana susamışlar gibi gözü kanlı sokakları dolaşıyorlardı. Dünden bu güne yeniden eski defterler açılmış gibiydi. Oysa tarihi geçmişi yeniden yapılandırma adına büyük bir uğraş veriliyor. Tüm bunların hiçe sayılması büyük üzüntü verdiğini bilmek de yarar vardır.
ınsanlar varoşlarda açlıktan kırılıyor, kimsenin umurunda değil. ışsizlik had safhada, hırsızlık, çapulculuk almış başını gidiyor. Suç dosyaları ha bire kabaran insanlar toplumda serseri mayınlar gibi dolaşırken tüm bunlar görmezlikten geliniyordu. Milli hâsıladan pay alma, insanca yaşamanın erdemlerinden bihaber, yaşamın gerçeklerinden uzak, ufuklarını kapatmış at gözlükleri ile dolaşmalarını bir marifet sayıyorlar.
Urfa’ da bir yıkım başladı. Aslın da, bu yıkım eski evlerin yıkılmasıyla sınırlı kalmamıştı. ınsanların da servet edinme hırsı ile birlikte bir ahlak erozyonu da bir heyelan gibi sürmekteydi. Bu iş bir yetenek, bir beceri gösterisiydi. Entegre projeleri görmezlikten gelip akılları gözlerinde olmanın hareketliği içindeydiler.
ınsan geçmişi ile dolu kesme taşlarla örülü eyvanı, çardağı, dantel dantel işlemeli, motif motif süslü taşlar yıkılıyor, onların yerine, iş yeri, dükkân, pasajlar, beton bloklar dikilerek yükseliyordu. Negatif duygular ivme kazandığı gibi bazı handikaplar hala aşılmamak adına insanları köreltmişti. Neydi bunlar; siyasi ve bilimsel gelişmeler bir yana itilip soğuk düş etkisi yapan antik kentin yıkımı gizli gizli yapılıyordu. Siyasi rant uğruna tüm bunlara göz yumuluyor olması acı ve hüznün yaratıcısıydı.
Göç, nüfus patlaması ve tarihin değerini bilmeyen insanlar, bir şehri tüm güzellikleri ile dahası bir tarihi yok ediyorlardı. Hafızasını çıkar uğruna kaybeden insanlar ellerinde kazma-kürek, tarihi silip götürüyorlardı. şehrin kültürel birikimini arayıp soran yok, doğal yapısına sahip çıkan olmadığı gibi etkin bir yönetim oluşturulup tarihine ve otantik yapısına kimse sahip çıkma gibi bir niyetleri de yoktu.
O kabaltılardan geçerken göğsüme vuran serinliği hiç ama hiç unutamam. Hele sırtında küfesi, ya da çuval dolusu yükü olan hamalın imdadına yetişen kabaltılar da ki taşlar. O taşlar ki nice hamalın ağırlığını yardımcı yorgunluğuna mola, daralan soluğunun imdadına yetişti, nice at binicisine eğilerek yardımcı olan taşlar. O taşlar ki şimdi yerlerinde yeller esmekte. Tahkim ve istila alabildiğine sürmekte.
O yüksek duvarlardan sarkan, rengârenk güller ve yaydıkları kokular, dahası duvardan yaprakları ile çölün yakıcı sıcaklarının bastırdığı yaz aylarında, duvardan el ederdi asma, salkım saçak, yemyeşil dalları, üzüm salkımları ile o daracık sokakların yüksek evlerin gölgesinin serinliğini hiç unutamam. O asmalara çoğu insanlar gibi benimde elim ulaşmazdı ama tadı hep damağımdaydı.
Atalardan kalan miras (tereke, kalıt) arzu edilen meramlar dışında heba olmakta. Mitolojilerin yaşadığı o yapılarda şimdi trajediler yaşanmakta. Geçmişi sahiplenmek günün önemini kıldığı gibi geleceğe sahip çıkmaktır.