İbrahim Halil Okuyan
8 Şubat 2016
Önce
bazı kavramları hatırlamakta fayda vardır.
Akıl
ya da Us; Felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesidir.
Düşünme,
Anlama, Kavrama Yetisi; Usa vurma (Akıl süzgecinden geçirme, muhakeme. Bilinen
veya doğru olarak kabul edilen belirli önermelerden başka önermeler çıkarma,
uslamlama, muhakeme.), Çıkarımlar yapma; Olaylar ya da kavramlar arasında
zorunlu bağıntılar kurma, Bu bağıntıları Algılama ve Kavrama yetisi (İnsanda
bulunan, bir şey yapabilme yeteneği, Meleke.).
“Akıl,
Dünya’da en iyi dağılmış olandır; Zira herkes ondan nasibini iyice almış
olduğunu sanır. Hatta her konuda zor memnun edilebilen kişiler bile Sahip
oldukları akıldan fazlasını istememektedirler.“
René
Descartes
İslamiyet’te
akıl ve iman ilişkisi Kur’an’ın birçok ayetinde ele alınmıştır. İslamiyet’te
akıl ve nefis ayrı kategorilerdir. Tasavvufta hakikati kavramada akıl geçerli
sayılmamış gönül esas alınmıştır. Simultane; Aynı anda (olan) anlamına gelen ve
Latince “Simultaneus”dan gelen kelime.
Simultane
Çeviri; tam olarak Türkçe manası ”Eş Zamanlı Çeviri” dir. Çevirmenin,
söylenenleri hemen o anda bir başka dile tercüme etmesidir.
Konuşmacının
söylediklerinin eş zamanlı olarak bir tercüman tarafından hedef dile özel ses
sistemleri ve tercüman kabinleri kullanılarak dinleyicilere aktarılmasıdır.
Burada sonuç olarak dilini bilmediğiniz bir yabancıyı seyrederken dinlemeyi
kendi dilinizden yapabiliyorsunuz.
Yani
araya bir aracı giriyor.
O
aracının söylediğini konuşmacı yapıyor kabul ediyorsunuz.
İşte
normal yaşamımızda da; Hemen
her şeyi simultane çeviri yapan biri gibi başkalarından öğreniyoruz.
Dinimizi
de bize birileri anlatıyor.
Okuyup
ARAŞTIRMA SORGULAMA YAPMADAN öğrendiğimizi zannediyoruz.
Doktora
gidiyoruz, reçeteyi alıp hapları (!) yutuyoruz.
Hastalığımız
neymiş? Tedavi nasıl oluyormuş? Sorularına ne gerek.
İlaçları
aldıktan sonra evde içinde yazılanları okuma alışkanlığımız yok.
Reçete
ile alınan ilaçları karşılaştırma alışkanlığımız yok.
İlaçların son kullanma tarihine bakmak yok.
Hatta
doktora sormadan ilaç kullanmak yaygın.
İlaçları
biraz düzelince hemen bırakma alışkanlığımız var.
Geçenlerde
bir akrabam 6 ay hasta yattı.
Sordum hastalığın ne?
“Disk
Kayması” imiş.
Tedavisi
o yönde yapıldı.
Sonra
birden düzeldi.
Çünkü
aslında Malta Humması (!) imiş hastalığı.
Doktorlar
“Tomografi” yaptır derler.
Hemen
gider, yaptırırız.
Ya
demeyiz ki; bunun yan etkileri fazla, başka yolu yok mu? Diye.
Başka
bir doktora gidersek tüm tahlilleri yeniden yaptırır, bunu
sorgulamayız.
Çünkü
parayı Devlet ödüyor.
Yapılan
tahlillerin sana hiç maddi zararı (!) yok çünkü.
Vücuduna verebileceği zararları düşünmezsin bile.
Devlet
sigara paketlerinin üzerine korkunç yazılar yazdırır.
Dikkate
almazsın.
Gazlı
içeceklerin, Fast food beslenmenin, Şekerin zararlarını; Gözümüze sokan
yazıları yok sayarak yaşarsın.
İzdivaç
programlarını, Yemek programlarını ve toplum ahlakını hiçe sayan dizileri
izlersin.
Bu
tür programların neden ve niçin yayınlandıklarına kafa yormazsın.
Aile
içinde çapraz ilişkilerin yaşandığı bu tür programlara kimler niçin izin
veriyor sorgulamazsın.
Sanatçıların
tüm özel hayatını takip etmeyi seversin.
Yaşadıkları
illegal ilişikleri normal sayarsın, Merak edersin, İlişkilerini Aşk diye dikte
ederler, Alışırsın ve sonrada onları taklit edersin.
90
dakika süren bir futbol maçının kritiklerini; günlerle merakla izlersin.
Tartışma
programları; O yüzden geç saatlerde televizyonlarda yer bulur ve çok az bir
kitle tarafından izlenir.
Ağırlıklı
olarak dini yayın kanallarının çoğunda; Ucuz Bal ve ucuz Arsa pazarlayan
üçkâğıtçılar çokça yer “Köxür “ yazarlar Biline ödül vaat ederler sarılırsın
hemen telefona ararsın.
Bunun
sebebini ve O kanalları ve izleyicilerini neden seçtiler? Düşünmezsin. Onlar
düşünürler.
Onlara
nereye olta atacaklarını bilirler.
Ve
halkı kandırırlar.
Vs.
vs. vs….
Böyle
beslenen toplumlar bu yüzden; Mail,
SMS, telefon vb araçlarla çok kolay dolandırılır.
Adam
mesaj atıyor size hediye çıktı şu numarayı arayın.
Ya
adam sana niye hediye versin ki.
Senden
üç kuruş fazla para almak için binlerce numara çeken telefon firmaları niye
sana hediye versin.
Telefon
çalar, geri planda telsiz sesleri ve emniyetten arıyoruz hikâyesi.
Telefonda
kredi kartı numarasını vermeler şifresini vermeler.
Bu
dolandırıcılar sizin aklınızı kullanmadığınızı ve polisten çok korktuğunuzu iyi
biliyorlar. Onlar akıllarını kötü yolda da olsa kullanıyorlar.
Farkları
bu.
Alışverişe
gidersin adam %70 indirim etiketi asar İhtiyacın olmadığı halde saldırırsın.
İki tane al biri bedava (!).
Vesaire
Vesaire …
Düşünmezsin
ki; Bu adam indirimden önce bu ürünü daha önce Üç katından fazla bir fiyata
satıyor olmalı ki bu mümkün değil.
O
mal o kadar etmez.
Sistem
seni kandırıyor.
Kredi
Kartına on taksit.
Oo
bedava gibi.
Hemen
al.
Bedava
mezar olsa içine atlayacak hale getirirler seni.
Kredi
Kartıyla Borçlanma
Türkiye’de;
Tüketicilerin toplam borçları içinde En büyük payı yüzde 53 ile kredi kartı
borçları alıyor. Türkiye’yi Avrupa’da açık ara liderliğe taşıyan bu oran
İngiltere’de yüzde 25, Polonya’da yüzde 21, Hollanda’da yüzde 5 düzeyinde.
Aile
ve arkadaştan borçlanma yüzde yirmi (!)
Türkiye’de
tüketicilerin, Borç yükünün yüzde 37’sini bireysel krediler, Yüzde 11’ini ek
hesap kullanımı ve Yüzde 20’sini aile ve yakın çevreye olan borçlar
oluşturuyor.
Biz
böyle bir ülke miydik (!)
Yazıklar
olsun.
Bölgemizde
olaylar oluyor.
İnsanlar
ölüyor.
Şehit
oluyorlar.
Analar
ağlıyor.
Bütün
bunlar neden oluyor kafa yormayız.
Herkes
birilerini suçlar ve ateş düştüğü yeri yakar.
Bereket
Anadolu halkının o bilgeliği var ya; O bütün planları bozar.
Aklın
en fazla geri plana itildiği, Sorgulamanın en az gerçekleştiği konuların
başında DİN gelmektedir.
İyi
okullara girmek, İyi bir kariyer sahibi olmak, Para kazanmak veya Bazı
menfaatleri elde etmek için senelerce aklını kullanan, okuyan, Düşünen
insanlar; DİN konusunda tam bir AKILSIZ gibi davranabilmektedir.
“Biliyor
musun, ?
Bir
gün peygamberimiz şunu şunu yapmış” derler Ya da “şu çok günahmış”, “kıyamet
yaklaşınca şunlar şunlar olacakmış”, “şu duayı şu kadar kere okuyunca şu
hastalığa iyi geliyormuş”, “şu hazret çok mübarek bir insanmış, Şu türbede dua
edince her dileğin gerçekleşiyormuş” derler;
SORMAYIZ,
nerede yazıyor, nereden öğrendin diye…
Allah’ın
verdiği AKLI Her konuda kullanırız da Bir tek DİN konusuna gelince tam bir
AKILSIZ kesiliriz.
Hayatımız
boyunca yüzlerce kitap okuruz.
Sadece
okul hayatında bile her ders için günlerce çaba harcarız.
Pisagor
teoremiyle ilgili soru çözerken saatlerce kafa patlatabiliriz.
Bir
dil öğrenmek için kursa yazılır, Her gün 3-5 saat aylarca onun için emek
harcayabiliriz.
SBS
(TEOG), ÖSS (YGS/LYS), KPSS, TOEFL, ALES, YDS sınavları için harcadığımız emek
toplamda seneleri bulur.
Ancak
ömrümüz boyunca Allah’ın gönderdiği 600 sayfalık bir kitabı okumaktan ve
incelemekten yüksünürüz.
Peki,
neden böyledir?
Neden
DİN KONUSU, aklın en fazla GERİ PLAN’ a itildiği, Sorgulamanın en az
gerçekleştiği, doğrusunu
anlamak için En az emeğin sarf edildiği konuların başında gelir?
Bu
durumun en önemli nedeni; Kuşkusuz
DİN konusunda aklı kullanmaya, SORGULAMAYA VE ARAŞTIRMAYA ihtiyaç
duymayışımızdır.
İhtiyaç
duymuyoruz. Çünkü DİNİ BİLGİ ve kabullerimizi doğru bir temele dayanan, Sağlam
kanıtları olan bilgilerle değil; başka yollarla elde ediyoruz.
Bu
yoldan elde ettiklerimizin içinde; İslam’dan zannedilen ve kitaba aykırı pek
çok yanlış inanç ve uygulama da vardır.
Kimi
pagan adetler geleneğin içerisine karışmıştır.
Dolayısıyla
İslami olanla olmayanı ayırt etmede, AKIL
ve KURAN bir ayraç görevi görmelidir.
Bu
ise ancak Kuran’ın mesajlarının iyi anlaşılması ile mümkün olabilir.
DİN
öğrenilirken öncelikle GELENEĞİ TEMEL almak, Kuranı ise bir SEVAP KAZANMA ARACI
ya da mezarlık kitabına indirgemek, Onun bu AYRAÇ özelliğinin oluşmasına engel
olmaktadır.
İSLAM
DİNİ, Kişi merkezli değil, ilke merkezli bir dindir. DİN konusunda kim söylerse
söylesin; Sözün doğruluğunu belirleyen şey; Doğru bir kaynak ile
temellendirilip temellendirilmediğidir.
Bir
takım insanları;
Şeyh,
Evliya, Gavs, Pir vb şeklinde isimlendirmek ve Onların havada uçtuğu, Denizde
yürüdüğü, Aynı anda 2-3 yerde birden bulunabildiği, İnsanların içini
okuyabildiği, Çağrıldıklarında Doğaüstü bir şekilde yetişip insanları
kurtardığı, Allah’ı gördüğü ve onunla konuştuğu gibi efsaneler türeterek,
Onları nerdeyse bir Yarı Tanrı konumuna getirmek, Aklı kilitleyen anlayışların
başında gelmektedir.
Toplumda
dindarlık, Genellikle bir takım söz ve davranış kalıplarının yerine getirilip
getirilmemesi ile ölçülmektedir.
Bunları
söyleyen ve yapan kişiler de kendilerini DİNDAR olarak kabul ederler.
Ancak
Doğruluk, Dürüstlük, Sorumluluk, Alçak gönüllülük, Merhamet ve Hoşgörü gibi
Ahlaki Özellikler, Doğru Bilgi ve Doğru İnanca sahip olmak; Her zaman Bu söz ve
davranış kalıplarının yerine getirilmesiyle Doğru Orantılı değildir.
DİN
sadece Kalıplaşmış Söz ve Davranışlara indirgendiğinde, DİN konusunda Aklı
kullanma MİNİMUMA iner.
Kişinin,
Ailesine karşı Ya da yardıma muhtaç insanlar karşısında, Haksızlıklara Şahit
olduğunda, Kendi Menfaati ile Adalet arasında Bir tercih yapması gerektiğinde,
Sergilediği tutum, söz ve davranışlar…
Allah’ın
emrettiği, Şekilsel unsurları da olan, Namaz, oruç gibi ibadetlerin amacı da,
Kişiyi DOĞRU, DÜRÜST, YARDIMSEVER, ERDEMLİ İNSAN haline getirmektir.
DİN,
İnsanları iyi-doğru-sağlam karakterli hale getirmek; Topluma barışı, güvenliği
ve huzuru egemen kılmak için vardır.
Dindeki
bütün sınırlar, emirler, yasaklar ve tavsiyeler bunun içindir.
Bu
emir ve yasakları dikkate alırken, asıl özden/amaçtan kopmamak gerekir.
DİN
insanları Dürüst, Çalışkan, Alçakgönüllü, Merhametli, Duyarlı, Edepli, Olgun,
Özverili, Onurlu, Fedakâr hale getirmelidir;
Getirmiyorsa
Hangi davranış kalıbı yerine getirilirse getirilsin, o gerçek dindarlık
değildir.
Kilisenin; Onun
akılla ve İncillerle çelişen öğretilerini sorgulamayanlar, Ortada bir
tutarsızlık göremezler.
Bunca
insan inanıyorsa doğrudur, der geçerler.
Oysa
kafasını kaldırıp bir baksa, Kilisenin sunduğu öğretilerin, İsa’dan 300 yıl
sonra Hıristiyan din adamları tarafından yapılan konsillere dayandığını,
Onların kökeninde de Başından beri İsa’ya düşman olan PAVLUS olduğunu
görebilirlerdi.
Kilisenin
sunduğu temel inanç esaslarının, Kitab-ı Mukaddes bile aykırı olduğunu
görebilirlerdi.
Bunu
fark edebilenler çok azdır.
Çünkü
gerçekten Düşünenlerin ve Araştıranların sayısı çok azdır.
Kuran’a
Fetiş Muamelesi yapmamak gerekir.
KUTSAL
olan, Kuran’ın kâğıdı ve mürekkebi değil, MESAJIDIR.
Çünkü
mesajı hayati bir öneme sahiptir.
İnsanlara
doğru bir yaşam sürmeleri için kılavuzluk yaparken; Toplumlara barış ve
adaletin gerçekleşmesinin yollarını gösterir.
Dini
kullanarak İnsanları sömürenleri ve onlara zulmedenleri Durduracak olan belki
de tek şey, onun mesajıdır.
Ama
ne yazık ki, Onun kâğıdına ve mürekkebine, mesajından daha çok önem veriliyor.
Kılıflara
konup duvarlara asılıyor, Belden aşağı tutulmuyor, abdest almadan dokunulmuyor.
Okunuyor,
ezberleniyor ama bir cümlesi bile anlaşılmıyor.
Cümlelerin
manası değil, onları seslendirirken çıkan ses kutsallaştırılıyor.
Eğer
onun mesajı önemsenseydi, anlamına değer verilirdi.
Duvarlarda
değil masalarda tutulurdu, çantalarda taşınırdı.
Bir
başucu kitabı haline getirilirdi.
Gerektiğinde
altı çizilir, yanına notlar alınır, Çok okunmaktan kenarları yıpranırdı belki
ama hayatın içinde olurdu.
Böyle
olsaydı eğer, İnsanlar Kuran’dan değil, yanlış-kötü şeyler yapmaktan
korkarlardı.
Kur’an’da
AKLI KULLANMAK emredilmiştir, FARZ kılınmıştır.
Son
Söz
“Sükût
eyledim, ”Kahrı var” dediler. Biraz
söyledim, ”Zehri” var dediler.
Sustum, kahrından susuyor dediler;
Biraz konuştum, zehrini kusuyor dediler!…
Hz.Mevlana”
Saygılarımla
İbrahim
Halil Okuyan
İnşaat
Yüksek Mühendisi
8.Şubat.2016
Şanlıurfa