Konuk Yazar
26 Mayıs 2016
TV
dizilerinin, kendi toplumumuzu ayakta tutan değerleri çürütmeye yönelik
hazırlandığı konusunda ciddi şüphelerim var.
‘Aile İşi’ adlı dizinin konusunu anlattığımda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:
Dizide amcası hariç, ailesinin tümünü, yani anne, baba, dede, nine, ağabey ve
ablasını kaybeden küçük bir kız çocuğunun öyküsü anlatılıyor.
Senaryoya göre, ailesinin öldürülmesinden sonra şoka
giren çocuğun tekrar normal hayatına geri dönebilmesi için, aile ortamında ve
aile sevgisiyle büyümesi gerekir.
Çok
varlıklı olan amca, kız yeğeninin eski sağlığına kavuşması için bir reklam
şirketinden, küçük kıza ev ortamında ailesini hatırlatacak ve “sözde aile
rolünü oynayacak” kişiler talep eder. Belli bir ücret karşılığı eve gelen bu
kişiler, bir süreliğine kızın babası, annesi, dedesi ve ninesiymiş gibi
davranacaklar.
İşte
işin asıl korkunçluğu burada başlıyor. Birbirini tanımayan bu yabancı kişiler,
kızın durumu çakmaması için karı-koca rolüne bürünüp aynı yatakta yatarlar.
Aile kurumuna, ve insanlık onuruna aykırı olan böyle bir durum, “masum bir
kızın mutlu olması” için yapıldığı algısı verilerek, seyircinin değil
nefretini, takdirini ve acıma hissini bile uyandırır; İyi niyetli izleyiciyi
aynı şeyleri yapmaya cesaretlendirilir.
Ayrıca bunu izleyen çocukların ve gençlerin zihni
dünyasında, birbirini tanımayan erkek ve kadının çeşitli gerekçelerle aynı
yatakta yatmasını normal gösterir. .
Sadece
bunu mu?
Bu
ve diğer diziler, aslında bugün şikâyetçi olduğumuz birçok şeyi de
normalleştirmektedirler.
Modernizm,
kapitalizm, sekülerizm, post-modernizm…
Bize
varoluşun amacını unutturdu. İnsanın olmazsa olmaz duvarını, kamuya açılmaması
gereken gizlerini meydanın tam orta yerine açtı. Bir yabancı kadın-erkeğin aynı
yatakta yatmasını bir “değer” ve “fedakarlık” olarak ekranlarda çocukların
beynine yerleştirdi.
İlk
insandan günümüze kadar süre gelen ve tüm toplumlarda temel özelliğini koruyan
evlilik olgusunu, mahremiyet duygusunu, karı-koca ilişkisini ve aile kurumunun
formunu zihinlerde parçaladı, yırtıp attı.
Burada
sorumluluğu ve katkısı olan herkesin kendisini bir samimiyet sınavına tabı
tutması gerekir:
Bir
taraftan “Özgecan”ların maruz kaldığı vahşeti, giydiğiniz siyah elbiseler ve
hüzünlü retoriğinizle programlarınızda dile getireceksiniz, diğer taraftan yeni
vahşetlere kapı açacak dizilerinize devam edeceksiniz.
Bir taraftan “milli kimliğe” ve “milli değerlere” vurgu yapacaksınız,
diğer taraftan da ailenin temeline dinamit koyan bu dizilerin popülaritesinden
ve de yurt dışına ihraç edilmesinden dolayı gurur duyacaksınız!
Kadın-erkek
ilişkileriyle ilgili tüm değerlerle oynayacaksınız, sonra da tecavüz ve
sarkıntılık olaylarının artışından şikâyetçi olacaksınız.
“Mahremiyet duygusunu” gençliğe
unutturacaksınız, sonra da aile içi taciz ve diğer insanlık suçlarından
muzdarip olacaksınız!
Bir
taraftan boşanmaların artışından şikâyetçi olacaksınız, diğer taraftan
boşanmaların temel nedenlerinden bir olan “aldatmayı” normalleştireceksiniz!
Bir
taraftan “çevreci kimliğinizle” sebze ve bitkilerin genleriyle oynanmasına
karşı savaş açacaksınız, diğer taraftan reytin savaşlarından daha fazla pay
kapmak için insanın “doğallığını” ve
“fıtriliğini” bozan programlara hız vereceksiniz!
Yok
böyle bir şey!
İnanın, aile ve evlik karşıtı olan radikal
feministler sizinle gurur duyuyor!
Milli
kimlik karşıtları sizinle gurur duyuyor!
Kültür
emperyalizmi yoluyla ile
toplumumuzu ele geçirmelerine izin
verdiğiniz için dış güçler, sizinle
gurur duyuyor!