Cüneyt Gökçe
22 Ocak 2009
Karşılıklı görevlerimizin en önemlilerinden bir tanesi de sevinç ve kederlerimizi paylaşmaktır. Özellikle kederli ve sıkıntılı durumda bulunan kimselerin yalnızlığını gidermek ve sıkıntılarına ortak olmak önemli bir husustur. Kuşkusuz; kederli durumların başında ölüm hadisesi gelir. Zaten, mümin kardeşlerimizin cenazelerine iştirak etmek ehemmiyetli vazifeler arasında sayılmıştır. Hatta cenazenin teçhiz, tekfin ve namazı farz-ı kifaye olarak değerlendirilmiştir. Yani her halükarda bir kısım müminler bu görevi yerine getirecek ki, herkes sorumluluktan kurtulsun.
Şu da bilinen bir husustur ki, definden sonra taziye meclisleri kurulur. Yöreden yöreye değişiklik göstermekle birlikte; kimi yerlerde taziye çadırları, bazı yerlerde taziye evleri bu vazifenin rahat bir şekilde ifasını kolaylaştırmaktadır. Üç gün devam etmesi uygun olan bu görev boyunca cenaze sahiplerinin yakın çevresi bu noktada önemli destek ve katkı sağlamak durumundadır.
Taziye yerine gelen ziyaretçinin ahiret ahvalinden bahsetmesi, bıktırıp usandırmadan teselli edici ifadeler kullanması, makul cümlelerle taziyetlerini sunması, vakur bir biçimde gelip gitmesi-oturup kalkması makbul davranışlardır. Özellikle sesi ve bilgisi müsait olanların Kur’an-ı Kerim’den aşirler okuması ve manevi bir atmosferin oluşmasına katkı sağlaması güzel bir yaklaşımdır.
Ancak ne yazık ki, bazen bir kısım insanlar, hiç ehil olmadıkları ve rahatsızlık verici bir kıraate sahip oldukları halde kendilerini okuma mecburiyetinde hissederek Kur’an’a büyük haksızlar yapmaktadırlar. Böylece gelen herkesin berbat bir biçimde kendisini okumak zorunda görmesi çekilmez ve tahammül edilmez bir hal almaktadır. Kur’an’ın okunmasından hiçbir mümin rahatsızlık duymaz; ancak, manasını ters yüz edecek, tecvid ve mahreç bilgisinden yoksun ve perişan bir ses edasıyla icra edilen bu girişimler cahil ve bilgisizlik cesaretinin ürünüdür. Oysa Kur’an okumanın da bir usul ve adabı vardır.
Her şeyden önce maddi ve manevi temizliğin sağlanmasından sonra, sükunet ve vakar içerisinde tane tane ve aceleci davranmadan, huşu içerisinde bir kıraat icra edilmelidir. Okunan ayetleri düşünmek, verilen mesajı anlamaya gayret etmek yapılması gerek bir iştir. Kuşkusuz, güzel bir bilgi ve tatlı bir ses edasıyla okunan ayetlerin etkisi çok büyüktür.
Okumanın hakkını vermenin yolu, okuma kurallarına riayet etmekten geçer. Dengesiz ve bilinçsiz uzatma ve bağırmalar, sadece ses kirliliğini meydana getirir; nitekim bu tür teşebbüsler, Kur’an okumanın dışında her şeye benzer.
Hakkı verilerek icra edilen okumanın tadı ve tesiri bambaşka olur. Çünkü:
Kur’an’ın nasihat, hidayet ve rahmet oluşu bu şekilde ortaya çıkar.
Ayrıca, Kur’an, Allah’ın yeryüzündeki biricik halifesi insanoğluna önemli bir hitap ve mesajdır. Doğru yola yönlendiren mükemmel bir rehberdir.
Kur’an okunan yerde huzur ve bereket olur. Her harfine karşılık asgari on sevabın verildiği Kur’an tilaveti ve mesajını hakkıyla dinleme olayı bitmez-tükenmez bir ahiret yatırımıdır.
Elbette ki, ilk öğrenim aşamasındaki teklemeler, hatta yanlış okuma ve zorlanmalar büyük sevaplar kazandırır. Ancak bu, ömür boyu devam ettirilecek bir süreç değildir. İhmallerimiz sonucu meydana gelen noksanlıkların makul bir açıklama ve gerekçesini bulmak mümkün değildir.
Uzun sözün kısası; Yüce Yaratıcı’nın rahmet vesilesi olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla okuyup anlamak önemli görevlerimizin başında gelir. Bu yüzden, okuduğumuz cümlelerin ilahi kelam olduğunu bilelim. Dolayısıyla gelişigüzel bir şekilde, ömür boyu yanlış okumak önemli bir yanlışlıktır. Özellikle taziye meclisi gibi umuma açık yerlerde bu yanlışın kamuyla paylaşılması daha da büyük bir yanlışlıktır.
Görev ve sorumluluklarımızın yanı sıra haddimizi ve hakkımızı da bilmemiz dileğiyle…