Mahmut Çepoğlu
22 Haziran 2007
Aile bireylerinin hepsinin arasında ayrı bir sevgi saygı var. Zaten bu sevgi ve saygı olmasaydı aile diye bir olgu olmazdı. Aileyi ayakta tutan, onların arasında birlikteliği sağlayan, sevgi, saygı, hoşgörü ve gönülden birlikteliktir.
Sosyal bir olgu olan ailede, babanın ayrı bir önemi vardır. Babayı diğer aile bireyleri ile kıyaslamak gibi bir şansımız yoktur. Babalar tarihin varlığından bu güne hep ailenin doğal başkanı, idarecisi, sorumlusu olmuştur. Aile içinde ve dışarıya karşı yapılan olumlu ve olumsuz tüm davranışların muhatabı babadır.
Bütün semavi dinlerde babalara büyük değer biçilmiş. Dini yönden olduğu gibi örf adet ve geleneklerimizde de gelen yaşam biçimi, babalara büyük bir değer vermiştir. Onun için hayatın her alanında, babalara büyük değer vermek gerektiği özverisini özümsemişiz.
ışte bu nedenle diyorum ki; babalar için özel bir gün değil her gün oların günüdür. Çünkü onlarda anneler gibi her gün baş ucumuzda, her gün onlarla baş başa olmanın mutluluğu ve huzuru içindeyiz. Keşke hep öyle olsa dersek bu mümkün değil. Çünkü şu ölümlü dünya güzellikleri hayatın her alanında acı da olsa insanlara yaşatıyor.
Arapların bir ata sözü var. Çocuklar küçükken söyledikleri söz; “babam her şeydir.” Güç, yetki, saygınlık, servet, insanlık, saygı ve sevgi, maddi ve manevi tüm değerler onda olduğunu bilirler. Ama büyüdükçe bunun farkına varırlar. ışte bu vesileyle bir yerlerde okuduğum bu yazıyı sizlerle bölüşmek istedim. Sizlerinde bunun düşünerek tadına varmanızı isterim.
“Çocuk altı yaşında iken babam her şeyi biliyor” der. “On yaşında iken babasının çok şey bildiğini söyler. On beş yaşında ben de babam kadar biliyorum.” Düşüncesi yakalar. “Yirmi yaşında babamın da pek fazla bir şey bildiği söylenemez.” Düşüncesi hakim olur. “Otuzuna basınca, bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak.” Demeye başlar. “Kırk yaşına gelince; nede olsa babam bazı şeyleri biliyor.” Kanaati edinmiştir. “Elli yaşında babasının her şey bildiğine inanmaya başlar. Altmış yaşına basınca ahh..! keşke babam hayatta olsaydı da babama danışabilseydim.” Der demesine de artık zamanı çoktan geçmiştir.
Adamın birinin yaşlanmış bir babası var. Baba; hasta, yatalak olmuş, bakımı hizmeti hayli zor. Oğlu babasından kurtulma yolları arar ve kendine göre en uygun şeyi bulur. Babasını köy yerinde bir eşeğe bindirip bir yerlere götürmeyi tasarlamaktadır.
Adam evlidir ve bir oğlu da vardır. Köyden dışarı çıkacağı zaman babasının dedesi ile birlikte bir yere gittiğini görünce, peşlerinden ağlar onu da götürmesini ister. Baba çocuğunun yakarış, feryat ve figanına dayanamaz ve yanına alır beraber yürürler. Köyden hayli uzaklaşıp dağlık bir alana gelince babasını bu dağ başına bir kayanın dibine bırakıp dönerler. Birkaç adım atıp dönmüşken oğlu dedesinin orada bırakıldığını görence; baba der “bende büyüyünce seni getirip buramı bırakacağım” deyince baba hatasını anlar ve geri döner babasını alır.
Babalık olayı kadar zor bir olay yoktur. Hem saygınlığı koruyacak, hem sevgisini verecek, hem toplumsal yaşamın gereği evlatlarına yakışır bir baba olmaya çalışacak. Bunlar büyük fedakarlık isteyen olgulardır. Bu davranış ve olgunluk işte ancak babalarda vardır.
Çocukluk yıllarında babasız büyüyün arkadaşlarım vardı. Onun eksikliğinin acısını ancak onlar bilirlerdi. Babasının yokluğu söylemek bir sövgü kadar hakaret içerirdi. Onlar aramızda hep boynu büyük dururlardı. Babanın eksikliğini hissetmemek mümkün mü? Bizim sezdirmememiz değil; toplum olarak bir eksiklik olarak görülürdü. Eğer babanın yokluğu bir eksiklik olmasaydı “öksüz “ kelimesi tezahür eder miydi?
şimdi bir duvarda bir resim olarak kalan babaların, canlılığını yitirmeden gereken önem ve saygıyı, sevgiyi göstermemiz gerekir. Ölümün pençeleri hepimizin yakasına yapışacağına göre, herkes kendine göre babalığın kadir ve kıymetini bilmesi gerektiği gibi evlatlarında bunu unutmaması gerekir.
Babalar günü vesilesiyle ebediyete göç etmiş babamın anısı karşısında saygıyla durarak şu mısraları beraberce okuyalım.
Ağaran saçlarla büyür içimde/ akşamın kayan yüzü / babamdı yalnızlığa bürünmüş./ ömrü duvarda bir resim. / ayak sesleri haz edemiyordu ayrılığı / yıldızları gözünde götürüyordu. / bedeninde eylül sarılığı./ öptüm anıların solgun yüzünü. / hayatın aynasıydı. / görmezlikten geldiğimiz / sıcaklığını bırakırken avuçlarıma / duvarlar yitiriyordu tespih sesini. / yakıcı bir sıcaklık düştü içime / mevsim zemheri / güller dökerken yapraklarını / yıllar bir daha gelmez ki geri.”