İbrahim Halil Okuyan
23 Ağustos 2010
Hande Köseoğlu’nun aşağıdaki yazısı insanı hayal âlemine götürüyor.
Bir “olsun” lafındaki derinlik çok anlamlı ve doğru.
Bizi biz yapan değerleri korumalıyız.
Yaşamı yeniden sorgulamalıyız.
İşte bu diyeceğimiz bir yazı bu, yalın, kısa, derin manalı.
“Mutlu ya da mutsuz olmanız küçük bir şeye bağlıdır.
Düşünce biçiminize. (Marcus Aurelius Antonius)”
Unutmayalım ki;
“Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
İnananlara bayram günüdür,
Öküzlere ölüm günüdür. Hz.Mevlana”
İşte o yazı:
“Ayvalık üzerine…..
Burada hayat yavaş akar.
Kimsenin acelesi yoktur.
Trafik yoktur.
13.00teki randevun için evden 12.55te çıkarsın.
( Maalesef artık yaz aylarında felaket bir trafik var.)
Sinirli insanlar yoktur.
Gülümseyen insanlar vardır.
Telaşlı insanlar yoktur.
Sakin insanlar vardır.
Hırslı insanlar yoktur.
Yetinen insanlar vardır.
Pazarda dolaşırken,
Hiçbir şey almadan karnını doyurabilirsin burada.
Herkes ikram eder malından,
Geri çevirirsen de darılır.
Bademciden badem yersin,
Kirazcı eline tutuşturur,
Peynirci senin için kestiği dilimle peşinden koşar.
Almasan da tat diye…
Burada üç öğün ot vardır, bildiğin ot.
Ottan mücver yaparlar,
Ottan börek yaparlar,
Üzerine yoğurt döküp sıcak yemek yaparlar.
Kırmızıbiberin içine peynir doldurup dolma yaparlar.
Senin kahvaltıda yediğin lor peynirinin üzerine vişne reçeli dökerler, olur sana tatlı.
Burada her yiyeceğin kullanım alanı geniştir.
Tek sınır hayal gücüdür.
Burada el yakan hesaplar yoktur,
Seçmesini bilmek vardır.
Eh, o da zamanla.
Turist gider duyduğu yere, buralı gider bildiği yere.
Ayaküstü 20 liraya iki kişi tıka basa doymak vardır.
Hem de otun da,
Balığın da en tazesiyle.
Ayna vardır burada,
Yeme-içme-oturma yeri.
Ev yapımı likörler,
Zeytinyağlılar,
Uçuşan türkuaz perdeler,
Ahşap masalar,
Taze çiçek kokusu çağırır.
Bir limonata isteyip saatlerce oturabilirsin,
Kimse bir şey demez.
Etrafında dolanmaz.
Masa dolacak demez.
Bu küçük cennetin sahibi,
İstanbul’dan arınmış,
Yeni bir hayat kurmuş anne kıza imrenerek bakarsın,
İç geçirerek.
Belki de bu yüzden aynadır adı,
senin hayalini sana yansıttıkları için.
CUNDA
Burada öyle çantana sarılıp oturmazsın.
Çantanı, eşyalarını pastaneye emanet edip çarşı pazar gezmeye de gidebilirsin pekâlâ.
Bankamatikten para çekerken,
Çantanı arkandaki bankta bırakıp işini görebilirsin de hatta.
Taş Kahvede Mehmet Abi siz istemeden kahve getirir, canı öyle istedi diye.
Peynirin, salatan eksik mi geldi gözüne?
Söyle hemen getirirler,
Hesaba eklemeden.
Ya da “Balığın tadı biraz acı geldi” de,
Laf arasında,
Almaz parasını.
Kurabiye mi alıyorsun?
Yolluk verirler bir de yanına, yiye yiye gez diye.
Burada gönülle yapılır her şey.
Hayat küçüktür burada.
Marka filan bilmezler.
Herkes ya Kordondan alır kıyafetini ya da Garajdan. ABD’YE gelinlik provasına gitmezler.
Düğün zamanları uğradıkları en pahalı mağazaları SOYKARA da gece elbisesi 80 lira.
Kimse kimseyle yarışmaz,
İstediklerini giyer,
Yer,
İçerler.
Kimse kimseyi süzmez çünkü.
İstanbullular dışında.
Sokaklar egzost değil, sakız kokar burada.
Sahil boyu sıra sıra, itiş kakış kafeler de yoktur.
Onun yerine Konfor, İstikbal,
Leyla Güzellik Salonu,
Mahmutpaşalı Ayakkabıcısı gibi yerler vardır,
Denize sıfır.
O kadar çoktur deniz çünkü.
Öbür türlüsünü de bilmezler zaten.
Sen şimdi kalkıp Pazar günleri 15 cm deniz göreceksin diye saatlerce Hisar üstü yollarında perişan olup,
Üstüne kazıklanıp buna da Pazar keyfi dediğini anlatsan, gülerler.
Kavga yoktur burada,
Bir futbol maçı ya da merdiven önünde kadın erkek taze bakla ayıklayacak olmak yeter hepsini buluşturmaya.
Burada dolmuşlar illa dolunca kalkmaz,
Şoför beklemekten sıkılınca kalkar.
Dolmuş şoförleri Kim vermedi parasını?! Diye kükremez, Bozuk yoksa sonra verirsin der,
bir daha görüp görmeyeceğini bilmeden.
İnerken Güle güleyiiin! Diye uğurlar bir de.
Burada Baykalın kasetini,
İktidar kavgasını,
En son mekânları,
Filmleri bilmezler.
Sizin o şaşaalı gündeminiz bir hiçtir burada,
Onların gündemine uyarsın.
Kiraz ne kadar olmuş,
Deniz bu yaz soğukmuş,
Rüzgâr kalmış,
Deniz direklemiş,
Papalina bu sene azmış…
Hem de o kadar çabuk uyarsın ki bu kaplumbağa hızında hayata,
Kendine şaşarsın.
Gel gör ki,
Sen ne kadar kaynaşmaya çalışırsan çalış,
İki günde oralı olmaya alış,
Her halinle İstanbulluğunu belli edersin.
Anlarlar.
Tuz isteyişinden anlarlar,
Parayı uzatışından anlarlar,
Kılığından kıyafetinden anlarlar,
Bakışından anlarlar,
Yorgunluğundan anlarlar,
kaprisinden anlarlar ve sorarlar: Memleket nere?
“İstanbul dersin”,
“Olsun!” derler.
Senden önce üzülürler sana.
Hayatın,
Daha fazla para kazanınca,
Daha hırslanınca,
Daha pahalı bir arabaya sahip olunca,
Daha büyük evlerde yaşayınca,
Terfi edince,
90-60-90 olunca,
Herkesten daha hızlı koşunca,
Kendini çok önemli sanınca,
Daha çok tüketip daha çok çalışınca,
O ayakkabıyı alınca,
O kadınla/adamla beraber olunca,
Daha güzel olduğunu sananları silkeler burası.
Sadece bir “Olsun!“la…
Hande Köseoğlu”
Kuşlar gibi uçmasını,
Balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama kardeşçe yaşamayı öğrenemedik.
(M.L. KING)
Saygılarımla.