Sabri Dişli
25 Nisan 2006
Yaklaşık yarım asırdır Balıklıgöldeki balıklar her yıl biri iki kez toplu halde ölürler… l980li yıllarda dev bir aynalı sazan Balıklıgöl de diğer hemcinslerini yiyerek katletmesi “Dev Aynalı sazanın terörüne dur diyen yok mu”?şeklinde HıZMET Gazetesine manşet olmuştu.
Benim hatırlayabildiğim ölüm nedenlerine bakın: Göçmen kuşlardan atıklarından bulaşan hastalık. Mantardan. Oksijen yetersizliği.Göle yem diye atılan değişik gıdadan. Göle karışan kanalizasyon suyu. Gölün yanında açılan kuyulardan çekilen içme suyundan.
Ve en son: “Evren Sanayi Sitesinden ’den gelen ağır metaller” Yani kanserojen madde… Durum bu defa çok ciddi. Balıklar tamamen yok olabilir. Göldeki balıklar aynalı sazan türünden. Yani her yerde var ama böylesi yok. Binlerce yıldır yaşadıkları ortamda kutsal olmanın ayrıcalığı ile evcilleşmişler.
Kirlilik en kutsal mekânlara destursuz girip can alıyor ve almaya da devam edecek.
Dünyanın dev bir organizma olduğunu kabullenmedikçe… Bu organizmaya bırakılan sıvı atıkları arıtmak için, böbrek gibi arıtma tesisleri kurmadığımız sürece… Dışarıya saldığımız gazları; ciğer filtresinden geçirmediğimiz sürece… Katı atıkları ışkembeden geçirip ayrıştırmadığımız sürece… Dev organizma ile birlikte yavaş yavaş yok olan türler arasına gireceğiz.
Yaradan, makatı yaratmasaydı, herkes altına yapardı…
Tesis yapanlar da işkembeden atmadan önce cümle taklavatlar ve arıtmayı kurmalı ki; çevrenin ve dünyanın altına yapanlardan olmasınlar
Zira dev organizma artık bu atıkları kaldırmıyor. Kirlendikçe; kirletenlere karşı sustukça, sıra size geliyor. Anlamıyor musunuz? Azrail komşu hayvanları alarak size haber veriyor.
TEHLıKENıN BOYUTLARI…
Ahkâm kesmek istemiyorum. Daha önce bu köşeden, cavsak deresinin ağır metaller içerdiği “Paşabağı”nda yetişen sebzelerde ağır metal tespit edildiğini uzman raporlarıyla belirtmiştim. DSı’nin Paşabahçe sulama projesini, ihaleye verince de coşkumu anlatmıştım…
Balıklıgölde ölen balıklar da boşuna ölmüyorlar! Ağır metal atıklarından doğan sonuçları, tüm üryanlığı ile gözler önüne seriyorlar.
Olayın vahametine rağmen, halen “Paşabağı’nda yetişen sebzeleri tüketiyoruz!” Neden? Ekmek kapısıdır, “Bahçecilere dokunma.” “şehir içindeki sanayi dükkânlarına dokunma!” ıyi de ölüyoruz be kardeşim. Hastane köşelerinde sürünerek ölüyoruz!
TARıHı EVLERDEKı KUYULARA DıKKAT!
Restore edilen tarihi otantik Urfa evlerindeki kuyular aksesuar gibi kullanılıyor. Çok sayıda tarihi evin bulunduğu bu bölgeye akan, “Ağır metaller” kuyularda metan gazı oluşturabilir. Bir kıvılcım! Düşünmek bile istemiyorum. “Telaşa” deyin. “Komplo teorisi” deyin. Ne derseniz deyin ama basit bir ölçüm cihazı ile kuyulardaki gaz oranını ölçtürün…
Lütfen…
Hırpo değiliz
Geçtiğimiz Perşembe günü Karayolları Bölge Müdür Yardımcısı açıklamışlar…
“OTOYOL AğUSTOS’TA!”
Tamam güzel de bizim saati kaldırmamızı beklemeyin.
Yok, öyle yağma.
Siyasi otoritenin bilmem kaçıncı beyanına göre Haziran’a saati kurduk.
Bürokratik işleyiş ile bürokratlarla işimiz yok… Bizimki temsilcilerimizle…
Son beyana göre saat kurulmuştur…
Kimse saatin 30 Haziran’da kalkacağı beklentisi içinde olmasın.
Tam tersi saat eksiye dönecek…
Nasıl mı?
“ Bugün Otoban açılış vaadinin üzerinden kaç gün geçti” veya “Otoban bugünde açılmadı” gün tarih saat…
Artık hırpo değiliz.
Bağcıyı dövme gibi bir niyetimiz de yok…
Otobanımızı istiyoruz!
Hepsi bu.
Bakan, zehirli varillerin sahibini açıkladı: UNIFAR
Bakan Pepe, UNIFAR’ın 2003’ten beri Mustafa Nevzat ılaç Sanayii A.ş. ile ortak olduğunu da vurguladı.
Sağlık kuruluşlarına bağlı tüm sivil örgütler, Doktor ve Eczacılar, bu ismi sakın unutmayın: Mustafa Nevzat ılaç sanayi…
Çocuklarınızı zehirleyenleri tanıyın.
Onlara cezasını siz verin.
Anlıyorsunuz değil mi?