İbrahim Halil Okuyan
12 Temmuz 2016
“Kocam bir
mühendisti. Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın
göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı… Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve
beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir
zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu. İş ilişkiye
gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara, küçük
bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka
bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan
almış, uzaklaştırmıştı.
Sonunda kararımı
ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum.
Şaşkınlıktan
gözleri açılarak ‘niye?’ diye sordu. ‘Gerçekten belli bir sebebi yok’ dedim,
’sadece yoruldum.’
Bütün gece ağzını
bıçak açmadı. Düşünüyordu.
Bu hâli ise hayal
kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: İşte, sıkıntısını
dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu:
‘Seni caydırmak
için ne yapabilirim?‘ Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla
değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
‘İşte mesele tam
da bu’ dedim. ‘Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen
kararımdan vazgeçebilirim.’
‘Diyelim dağın
tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak,
Düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, Hatta ölümüne mal olacak. Bunu
benim için yapar mısın?’
Yüzümü dikkatle
inceledi Ve ‘Sana bunun cevabını yarın vereceğim’ dedi.
Bu cevapla son
ümidim de yok olmuştu.
Niye uçurum
çiçeği?
Çünkü Ne kadarda
sessizdirler hayatlarında yaşadıkları fırtınalara rağmen.
Hiç
görülmeyeceklerini, Dokunulmayacaklarını, Sarılıp koklanmayacaklarını
bildikleri halde, Tüm zorluklara rağmen renk renk çiçek açarlar. Hep zor
anlarında sevdiklerinin yanında olurlar…
Uçurumun kenarına
gelmiş, benim gibi çaresiz insanların yanında hep onlar olmuştur anlatılanlara
göre..
Uçurumun
hırçınlıklara rağmen yine de umut dolu,
Yüreğinden ve
bakışlarından kaybetmediği masumlukla direnç verdi,
Hayatla ölüm
arasında o gidiş gelişlerin en dayanılmaz örneklerini kaç defa yaşadı.
O acıları, Belki
de tutamadığı sonu ölüme varan o gidişleri…
Onları gördüğü
yetmiyormuş gibi bir de o ölümleri yüreğinde yaşadı kim bilir…
Dokunulması zor,
Koparılması,
Koklanması güç
olan,
Yanına gidip
sevmek için cesaret isteyen,
Hayatın tüm
zorluklarına rağmen inatla direnen,
herkesin baktığı
ama güzide insanların görüp fark edebildiği Uçurum Çiçeği olabilmek güzel olsa
gerek..
Ertesi sabah
uyandığımda evde yoktu.
Boş bir süt
şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, Altına da bir not bırakmıştı.
‘SEVGİLİM’ diye başlıyordu, ‘O ÇİÇEĞİ SENİN
İÇİN KOPARMAZDIM’
Kalbim yine
kırılmıştı. Okumaya devam ettim.
‘Çünkü her zaman
yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün
önünde ağladığında, Onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.’
‘Anahtarları her
zaman evde unuttuğunu bildiğimden, Senden önce eve varabilmem üzere koşmam
gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.’
‘Arabayı
kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, Yolu
gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’
‘Sadık arkadaşının
her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için
avuçlarıma ihtiyacım var.’
‘Evde oturmayı
sevdiğinden, İçe kapanıklığını dağıtmak, Can sıkıntını hafifletmek üzere sana
şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.’
‘Sabahtan akşama
kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan,
Yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin-
beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem,
Çiçeklerin renginin – gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu
söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’
‘Ama seni benden
daha fazla seven biri varsa, Evet, O uçuruma gidip, o çiçeği senin için
koparırım bir tanem.’
Baktım, mektuptaki
yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Gözyaşlarım mektuba düşüyordu.
‘Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin
susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.’
Koşarak kapıyı
açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle
kapının önündeydi.
Artık çok iyi
biliyordum: Beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında
bırakmaya karar verdim..
Bu gerçek aşktı.
İlk yıllardaki
heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar
kaybolup gittiğinde, Huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini
göremeyebiliyoruz.
Oysa aşk hep
vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil… Belki sıkıcı,
tekdüze, hatta belki yüzsüz… Ama hep oralarda bir yerdedir.
Çiçekler ve
romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra
bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.
Hayat tam da böyle
bir şeydir.
Gerçek aşka,
yelken açmak ümidi ile…”
*Alıntıdır.
Dokunulması zor,
Koparılması,
Koklanması güç
olan,
Yanına gidip
sevmek için cesaret isteyen,
Hayatın tüm
zorluklarına rağmen inatla direnen,
herkesin baktığı
ama güzide insanların görüp fark edebildiği Uçurum Çiçeklerine selam olsun.
Onları kaybedince
insanın içini hüzün kaplıyor.
Onları her zaman
görmesende yaşıyor olduklarını bilmek insana güven veriyor.
Ömer abime ve sevgili eşi Nuran ablama selam
olsun.
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat yüksek
mühendisi
12.7.2016 Mersin