TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Diyarbakır’da “Dicle Üniversitesi 2025-2026 Akademik Yılı Açılış Töreni”nde konuştu
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Dicle Üniversitesinde yaptığı konuşmada Türkiye’nin yeni bir barış, kardeşlik ve adalet dönemine girdiğini belirterek, “Bu sefer başaracağız. Bu sefer barış hâkim olacak. Bu sefer esenlik, kardeşlik hâkim olacak” dedi.
Kurtulmuş dünyanın en zor dönemlerinden birinden birinden geçildiğini belirterek Türkiye’nin bu süreçte güçlü bir duruş sergilemesi gerektiğini vurguladı. Diyarbakır’ın kadim kültürüne, tarihi ve manevi birikimine dikkat çeken Kurtulmuş, şehrin “medeniyetlerin buluştuğu bir merkez” olduğunu söyledi.
Kurtulmuş şöyle konuştu:
“İsrail; Orta Doğu’yu kan gölüne çevirmek istiyor”
Ülkemizin içinde bulunduğu durum, dünyamızın içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla çok önemli bir dönüm noktasında bir kavşak noktasında Medeniyetlerin kavşak noktası olan Doğu ile Batı’nın geçiş noktası olan bu önemli kadim şehirde sizlerle birlikte olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğumu tekraren ifade etmek istiyorum. Diyarbakır kültür kentidir, Diyarbakır Evliyaların kentidir. Diyarbakır sahabenin kentidir. Diyarbakır büyük Kürt medeniyetinin yeşerdiği, geliştiği, büyüdüğü bir kenttir. Diyarbakır aynı zamanda Türk İslam medeniyetinin de önemli merkezlerinden, fikir merkezlerinden birisidir. Bugün itibariyle de Doğu ile Batı arasındaki sentezi, Mezopotamya ile Anadolu kıtası arasındaki sentezi en iyi şekilde gerçekleştirmiş olan nadide şehirlerimizden birisidir. Diyarbakır’da olmak, bu anlamda hem tarihi daha iyi anlamaya çalışmak, hem yarını daha iyi anlatmaya gayret etmek için de bir fırsattır.
Sevgili dostlar, öncelikle şunu ifade etmek isterim ki dünyanın belki de en zor, en büyük türbülansları yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Her gün yeni olaylarla, yeni çelişkilerle, çatışmalarla, ierilimlerle dünyanın hemen her bölgesinde, her yöresinde insanoğlu olarak mücadele ediyoruz. Hiçbir gün karşılaştığımız yeni durum neredeyse artık bizler için bir sürpriz olmuyor. Özellikle bütün bu gerilimlerin 10 yıllar boyunca sürdüğü ve şu anda da dünyadaki bütün büyük güçlerin güç mücadelesini sergilediği içinde bulunduğumuz coğrafya gittikçe daha önemli sorunlarla karşılaşıyor. Gittikçe daha büyük problemleri çözebilme becerisini ortaya koyması gerekiyor. Bunun için diyoruz ki bizim Türkiye olarak, kendimize gelmemiz, gerçekten önümüzdeki süreci en iyi şekilde anlamlandırmamız ve yolumuza devam etmemiz lazım. Bakın daha dün burada konuşuyor olsaydık, böyle bir giriş yapmama gerek olmayacaktı. Tam da iki yıldan sonra Gazze’de barış sağlandığını zannettiğimiz, yeni bir barış ikliminin oluşacağını tahmin ettiğimiz bir dönemde saldırgan İsrail yönetimi dün gece itibariyle Güney Lübnan’da da yine masum insanların olduğu bölgeleri acımasızca bombalayarak, bu bölgede barış istemediğini bir kez daha ortaya koydu. Esasında bu saldırı daha evvelki yapılan saldırılardan farkı yoktur. Lübnan’a defalarca saldırılmış, Suriye’ye saldırılmış, İran’a saldırılmış, Tunus’a saldırılmış hatta Katar’a bile saldırmış olan bir siyonist rejimin artık dur durak bilmeyecek bir noktaya geldiği aldığı desteklerden şımararak Orta Doğu’yu daha da büyük bir kan gölüne çevirmek istediği aşikardır.
Buradan açıkça bütün milletimiz adına ifade etmek istiyorum. İsrail’in bu saldırganlığı özellikle dün akşamki saldırganlığı asla kabul edilemez, asla tasvip edilemez, asla hiçbir kimse tarafından onaylanamaz. Bu saldırı vesilesiyle Lübnan halkının yanında olduğumuzu bir kere daha ifade etmek istiyorum. İsrail’i bir kere daha en şiddetli şekilde kınadığımızı ve artık İsrail’in bu saldırgan yönetiminin Orta Doğu halkları için bir sorun haline geldiğinin de görülmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Ümit ederim ki bütün bölge halkları olarak uyanır ve ortak kimliğimize, ortak geleceğimize sahip çıkabiliriz.
“Adaleti, demokrasiyi güçlendireceğiz”
Değerli kardeşlerim bu coğrafyada bir taraftan dünya genelinde devam eden gelişmelerle ticaret savaşlarından uzay savaşlarına sadar süren büyük gerilimlerle yaşadığımız bir dönemde bu coğrafyanın hiç şüphesiz tarihsel tarihte olduğu gibi şimdi de sıkıntısız olması düşünülemez. Onun için biz Türkiye’yi önümüzdeki dönemi Türkiye’nin yüzyılı haline getirmek sözü güçlü, gücü tesirli bir Türkiye haline getirmek mecburiyetindeyiz. Esasında 86 milyon olarak hepimizin üzerine düşen görev, Türkiye’yi yönetenler olarak Türkiye’deki bütün siyasi gruplara düşen ödev, görev Türkiye’yi iki alanda daha ileriye taşımaktır. Bunlardan birisi kendi içimizde tam manasıyla adaleti, barışı, birliği, beraberliği, dirliği sağlayarak silahların değil, sözlerin ve gönüllerin konuşulduğu tam manasıyla özgür, adaletli bir Türkiye’yi inşa etmektir. İkinci büyük sorumluluğumuz için dünyada yeni ve adil bir küresel düzenin inşa edilmesi için öncü olmak, sözcü olmak, tekliflerimizi hazırlamaktır. Bu çerçevede dün olduğundan daha fazla üzerimizde büyük sorumluluklar olduğunun altını çizmek isterim. Türkiye hem artık terörü geride bırakacak inisiyatifleri kullanarak adaleti, demokrasiyi ve kardeşliği güçlendirerek yoluna devam edecek. Böylece iç cephesini tahkim eden bir anlayışla dosta düşmana karşı samimi bir birlik ve beraberliği ortaya koyacak ve bölgesinin istikrar üreten bir ülkesi olmaya devam edecektir. Aynı şekilde, biz sadece kendimizden sorumlu değiliz. Başta kendi coğrafyamız olmak üzere, yeryüzündeki bütün mazlum milletlerden ve dünyanın her köşesindeki biçare insanlardan da sorumlu olduğumuzu unutmamamız gerekir. Bunun için de son iki yıldır Gazze’de yaşadıklarımızda bize bir kere daha öğretmiştir ki, şu günlerde artarak beklenti haline getirilen barış yabalarına rağmen 3 yıldır Ukrayna-Rusya arasında devam eden çatışma göstermiştir ki, artık dünyada barışı sağlayabilen küresel bir sistem mevcut değildir.
Artık dünyada herhangi bir şekilde insanlığın hayrına çalışan bir sistem mevcut değildir. Sadece güçlünün gücünün hakim olduğu güçsüz olanın ise ezildiği bir dünya sisteminden bahsediyoruz. Bunu değiştirmek, bunu değiştirmek için gayret sarf etmek de bizim Türkiye’nin insanlarının vazifesidir, hepimizin temel ödevlerinden birisidir. Üniversitemizin sorumluluğu budur. Siyasetin sorumluluğu budur. Sivil toplumun sorumluluklarından birisi budur. Hep beraber hem içeride kendi birliğimizi, dirliğimizi tahkim edecek ve böylece küresel ölçekte de adil bir küresel sistemin kurulması için mücadele edeceğiz. Değerli dostlar, bu anlamda yaşananlar çok daha dikkatli, çok daha hassas olmamız gerektiğini bize söylüyor. Bu çerçevede son zamanlardaki gelişmeler bize önemli bir umut kapısını açmış, önemli bir fırsatı karşımıza çıkarmıştır. Türkiye, yaklaşık 103 yıllık tarihimizin 50 yılını terörle mücadele ile geçirmiş, on binlerce insan ölmüş, bu insanların gencecik yaşta toprağa girdiğini biliyoruz. Türkiye, alternatif maliyetleri ile birlikte en az 2 trilyon dolarını bu mücadelede harcamıştır. Artık bunların geride kalmasının gerektiğine inanıyoruz.
“Sonuç alacağız”
Türkiye’de bir daha kan dökülmemesini, bir daha insanların huzursuz olmamasını ve barış içinde yaşamasını sağlayacak bir sürecin kapılarının sonuna kadar açıldığını biliyoruz ve bu yolda mücadele etmeye devam edeceğiz. En başından en sonra söyleyeceğimi söyleyeyim. Bu sefer başaracağız, bu sefer barış hakim olacak, bu sefer esenlik hakim olacak, bu sefer kardeşlik hakim olacak. Burada milletvekili arkadaşlarımız da var. Türkiye esenlik, barış ve kardeşlik istediğini aşağı yukarı 5 Ağustos’tan bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde kurulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunda ortaya koymuştur. Aranızda Diyarbakırlı dostlarımızın da olduğu yaklaşık 130 küsur sivil toplum kuruluşu komisyonda dinlenmiş, herkes fikirlerini ortaya koymuş. Farklı fikirler farklı kanaatlere sahip olsalar da hepsi ortak bir cümleyi söylemiştir. Artık biz bu memlekette çocuklarımızı değil, silahları gömmek istiyoruz, silahları ortadan kaldırmak istiyoruz. Bu fevkalade yüksek bir demokratik olgunlukla ortaya konulan bu çalışma yavaş yavaş nihayetine eriyor ve inşallah Türkiye’de sonuç alacağız. Bu topraklarda artık şehirlerinde, dağlarında, mezralarında korkunun değil, silahın değil, bombanın gürültüsünün değil, dostluğun şarkılarının, türkülerinin, kardeşliğinin, kardeşliğin eserlerinin ortaya konulduğuna hep beraber şahit olacağız. Çünkü bu toprakların mayası birliktir, beraberliktir, kardeştir, kardeşliktir.
“Sultan Alparslan ve Selahaddin-i Kürdi’nin uygulaları birbirine benzer”
Bu memlekette Kürtlere söz söyleyenlerle Türklere söz söyleyenler aslında farklı dilleri kullansalar da aynı gönül dillerini kullanmış insanlardır. Ahmede Xani’nin, Melaye Ciziri’nin, Feqiye Teyran’ın, Yunus Emre’nin, Mevlana Celaleddin’in ve Hacı Bektaş Veli’nin söyledikleri aslında aynı pınardan akan hakikatin, irfanın, hikmetin terennüm etmiş sözleridir. Aynı gönülden çıkan ve benzer gönüllere hitap eden anlayışın sonuçlarıdır. Dolayısıyla tarihte sahip olduğumuz bu kardeşlik kültürünü yeniden inşa etmek, yeniden çoğaltmak durumundayız. Ayrıca bu topraklarda Yönetim anlamında da fevkalade önemli iki büyük insanın yaptığı işler de aslında birbirine benzer, aynı gönül coğrafyasının etkisi olan uygulamalardır. Sultan Alparslan’ın uygulamalarıyla Selahadin-i Kürdi’nün yönetiminin uygulamaları neredeyse birbirine birebir benzeyen uygulamalardır. Selahaddin-i Kürdi’nin eman, barış, kardeşlik ve insaf üzerine kurduğu, adalet üzerinde taşlandırdığı yönetim anlayışı Orta Doğu halklarının hala hafızalarındadır. Şunu söyleyebiliriz ki Selahaddin Eyyubi’nin kılıcının şakırtılarından önce adalete dair sözü, emanına dair garantisi yayılmıştır. Selahaddin Eyyubi fethettiği yerleri çoğu zaman kılıç yakıntısından daha çok adil olduğuna inanıldığı için verdiği emanın kalıcı ve hakiki olduğuna inanıldığı için başarılı olmuştur. Gönül dünyamızdaki bu büyük zenginliğin ve yönetim alanındaki bu engin tecrübenin hiç şüphesiz bugüne dair de söyleyecek şeyleri vardır. Özet olarak bu tecrübelerden anladığımız şey öncelikle kardeşliktir. Ancak kardeşlik tek başına sorunları çözmenin yeterli olmadığını biliyoruz.
“Türkiye’nin tecrübesi üniversitelerde ders olarak okutulacak”
Kardeşliğin adalet ve demokrasiyle kataçlandırılması gerektiği bir dönemde olduğumuzu Türkiye olarak da, bu kadar büyük tarihsel tecrübemiz, bu kadar büyük demokrasi tecrübemizle de inşallah bunu başarabilecek bir güce, bir müktesebata sahip olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Kardeşlik, adalet ve demokrasi bizim geleceğimizin kuracağımız mimarisinin üç temel ana sütunudur. Bunların üzerinde inşallah hep birlikte daha güçlü bir Türkiye’yi kuracak ve dünya milletlerine örnek olacak bir gelişmeyi sağlayacağız. Şunu da bu 5 Ağustos’tan beri yaptığımız gözlemler çerçevesinde rahatlıkla söyleyebilirim: Türkiye’nin bu tecrübesi inşallah başarıyla tamamlandığında dünyanın birçok üniversitesinde, birçok siyasal bilgiler fakültesinde, sosyoloji bölümlerinde, araştırma merkezlerinde Türkiye’nin barış tecrübesi diye okutulacak ve dünyaya örnek olarak gösterilecek bir model olacaktır. Bunun için yapmamız gereken herkesin yankı odalarından çıkarak bu ülkenin ortak menfaati nedir? Bunun üzerine yoğunlaşması lazım.
Herkesin kendi dar siyasi gündemlerini bir tarafa bırakarak 86 milyonun, hatta dahasını söyleyeyim bölgenin Türklerinin, Kürtlerinin, Araplarının, Acemlerinin bölge halkının yararını olan nedir diye düşünmesi lazım. Herkesin acıların üzerinden yeni hesap sormaların peşine koşmak yerine; acılarımızı karşımızdakinin acısını anlayarak, kendi acımız olarak hissederek yolumuza devam etmemiz lazım. Bu 3 ana direkten bahsettim. Birisi kardeşlik, adalet ve demokrasi. Bu mimarinin temelinde de temsili geliştirmek, hesap verebilirliği derinleştirmek, yerel ile merkezin bütünleşmesini sağlamak da en önemli sorumluluklarımızdan birisidir.
“Ana dil ana sütü kadar helaldir”
Değerli dostlar. Kardeşliğin teminatı hukuktur. Adaletin teminatı kalıcı bir demokratik yapıdır. Demokrasinin sürdürülebilir olmasının teminatı ise toplumsal mutabakattır. Bunların hepsini hep beraber sağlayacağız. Bunun için de aramızdaki farklılıkları zenginlik vesilesi olarak göreceğiz. Kültürler farklılıklarımızı ayrıştırma aracı olarak değil birleştirme bütünleştirme aracı olarak göreceğiz. Örnek olarak söylüyorum. Dil. İnsanların kendisini en iyi ifade ettiği alanlardan birisidir. Ayrışmanın değil, çok çeşitliliğin ve çok kültürlülüğün büyük gölgesinin yansımasıdır. Ana dili ana sütü kadar helaldir. Bu ülkede hiçbir kimse dilini istediği gibi kullanmak istediği için bir şekilde sorgulanamaz. Bir şekilde dil üzerinden memlekette ayrıştırma ya da ayrımcılık yapmanın hesapları yapılamaz. Çünkü biliyoruz ki dil insanın kalbe en yakın yeridir. Çünkü biliyoruz ki Türkçedeki dil kelimesi de bildiğiniz gibi gönül manasına kullanılır. Sadece lisandan yani dilimizle konuştuğumuz lisandan ibaret değildir. Onun için diyoruz ki, dillerin üzerinden bir ayrımcılık yapmak asla bizim lügatimizde yazmaz. Yani, yerlerin ve göklerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı farklı olmasında Allah’ın varlığının birliğinin işaretleri vardır.
Değerli kardeşlerim, ayrıca Alparslan’ın ve Selahaddin’in çocuklarının torunlarının lügatinde ırkçılık da yoktur, faşizm de yoktur. Kendi kavmiyetini övmek, başka bir kavmiyeti yermek de yoktur. O da bize çok açık şekilde bildirilen, çok net bir şekilde bildirilen Hucurat Suresinin 13. ayetinde ifade ediliyor. Yani ey insanlar! Biliniz ki hepiniz bir anadan bir babadan doğdunuz. Sonra birleşip tanışasınız diye kabilelere, kavimlere ayrıldınız. Hiçbirinizin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak Allah’a en yakın olanlarınız Allah’ın katında üstündür. Dolayısıyla bunu bilmiş, bunu asırlar içerisinde özümsemiş, bunu Diyarbakır’ın her taşına, her karışına nakşetmiş bir milletin çocukları arasında ırkçılık, kavmiyetçilik üzerinden bir üstünlüğün dile getirilmesi asla düşünülemez.
“Ya biz başaracağız ya emperyalistler başaracak”
Değerli dostlar, Selahaddin-i Eyyubi’nin mirasını yeniden benimseme zamanıdır. Şunu çok açık şekilde ifade etmek isterim. Türkiye’nin tarihi Türkiye’deki, Türklerin tarihi olduğu kadar Kürtlerin de tarihidir. Hep beraber bu tarihimize sahip çıkmak, gelecek nesillere aktarmak mecburiyetindeyiz. Ayrıca şunu da altını çizerek ifade etmek isterim ki, demin İsrail’den bahsettik, İsrail’in sadece şu son dönemde yaptığı saldırılara baktığınız zaman siyonist rejimin bu yayılmacı, faşist, ırkçı, kendini üstün gören rejimin gözünde, bu öğretinin gözünde Orta Doğu halklarının hiçbirinin vallahi de billahi de hiçbirinin mikrop kadar değeri yoktur. Bunlar Türk’ü çok severler de Kürt’ü sevmez değillerdir. Kürt’ü severler de Arap’tan nefret ediyor diyerlerdir. Bunlar Acem’i severler de bölgedeki başka halkı sevmez değillerdir. Bunlar Sünni’yi severler Alevi’yi sevmez değillerdir. Bunlar Müslüman’ı sever Nusayri’yi sevmez, Süryani’yi sevmez değillerdir. Yemin ederek söylüyorum ki Orta Doğu halklarının tamamını köle olarak görürler, insan dışı varlık olarak görürler. Bugünün emperyalizmin görünen yüzü Siyonizm’dir. Hedefleri daha fazla bölmek, daha fazla ufalamak, daha fazla küçültmektir. Bizim hedefimiz ise daha fazla bütünleştirmek, daha fazla birleştirmek, daha fazla büyütmektir.
Çünkü biliyoruz ki Skyes Picot’ta sınırlarla böldükleri bölge halklarını, snırları aralarına koydular ama gönüllerini bölmeyi başaramadılar. Bana söyler misiniz: Nusaybin ile Kamışlı hakkını, Suruç ile Kobani halkını ayıran nedir? Bu coğrafyada yaşayan Kürtler de, Türkmenler de, Araplar da ve diğer bütün unsurlarıyla kardeşlerimizle hepimiz kardeşiz. Hepimiz aynı ailenin, aynı coğrafyanın insanlarıyız. Daha net bir şey söyleyeyim. Demin mutlaka başaracağız dedim vakit dolayısıyla ben de söylediklerimi kısaltarak konuşmaya çalışıyorum. Bu sefer mutlaka başaracağız dedim. Şimdi bir adım daha ileriye gidiyorum. Bu sefer ya biz başaracağız, ya emperyalistler başaracak. Mutlaka başaracağız, mutlaka başaracağız. Ve bunun için hiç tereddüt etmeden Türkiye olarak hep beraber birlik içerisinde beraberlik içerisinde yolumuza devam edeceğiz.