
Cüneyt Gökçe
8 Haziran 2007
Günlük hayatımızda bazen “olması gereken” hususları garipser ve dünyamızda onlar için “ayrı” ve “özel” bir yer ayırırız. Oysa ortada ne “büyütülecek” bir durum vardır; ne de “garipsenecek” bir vaziyet. Ancak, “normal”e normal şartlar altında rastlanmadığı; ya da rastlamanın “nadir” olduğu vakitlerde, aslında “sıradan” olması gereken hususlar bize “olağanüstü” gibi gelir.
Ortalama bir insanın, dürüst, mütevazı, çalışkan ve işine bağlı olması “normal” bir husus olduğu gibi; inanmış bir insanın kulluk görevlerini yerine getirmesi de o derece “normal”dir. Hangi sektörde olursa olsun; her esnafın müşterisine karşı dürüst ve saygılı olması son derece “normal” olduğu gibi; en azından kendisini seven bir insanın –sevgi ve saygı görme adına– çevresine karşı sevgi ve saygı hisleriyle dolu olması da aynı şekilde “normal”dir.
Ancak, bütün bunlarla birlikte yanlış yaklaşım ve uygulamalara yoğunluklu olarak rastladığımızdan, bazen az gördüğümüz nadir doğrular karşısında şaşkınlığımızı gizlemeyiz.
Arz ettiğim durumlarla karşılaşmayanımız yok gibidir.
Pek çoğumuz; mesaisine bağlı, işine vakıf, vaktini boş geçirmeyen bir kamu görevlisiyle karşılaştığımızda hayretimizi gizleyememişizdir. Oysa normali zaten bu değil midir? Titiz insanın takdir edilmesi elbette “takdire şayan” bir husustur ancak bizi bu duruma sevk eden faktörün de unutulmaması gerekir.
ıtilmenin ve kaba muamele görmenin yaygın olduğu toplu taşıma araçlarında görevlilerden birinin:
“Affedersiniz, beyefendiler, hanımefendiler; rica etsem, azıcık ilerlemeniz mümkün mü?” şeklindeki son derece kibar bir ifadesi; veya ücretinizi bozuk para olarak verdiğinizde yine bir görevlinin: “Yardımcı olduğunuz ve kolaylık gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim, çok nazik ve kibarsınız…” şeklindeki bir iltifatı, hangimizin hoşuna gitmez veya hangimizin dikkatini çekmez. Ayrıca, büyük paranızın üstü olarak çok bozuk para verme durumunda kalan görevlinin: “Çok bozuk verme zorunda kaldığım için özür dilerim, ne olur kusura bakmayın; inanın başka imkânım yoktu” şeklindeki özrü karşında hangimiz eriyip bitme durumunda kalmayız.
Pek çok insanın çevresini insafsızca kirlettiği ve tükettiği bir ortamda çiçeğe, yeşile, ağaca, ormana ve suya, aşk, şefkat ve sevda gözüyle yaklaşan ve adeta onların üzerine titreyen; hepsinde herkesin hakkı-hukuku ve payı olduğunu düşünen bir insanı gördüğümüzde hangimizin dudağı uçuklamaz; oysa olması gereken zaten bu değil midir?
Aile bireylerinin karşılıklı sevgi ve saygıları bu saygın kurumun “olmazsa olmaz” şartlarının başında yer alır. Başka bir deyimle, ailedeki kavga, gürültü ve saygısız yaklaşımlar aslında “anormal” davranışlardır. Ancak, ne yazık ki, ailesine bağlı, eş ve çocuklarının üzerine titreyen ve onlara sınırsız bir aşk ile bağlı olan bir insanı gördüğümüzde apayrı bir duyguya kapılırız. Yaşlı annesini veya babasını sırtında taşıyan bir delikanlıyı gördüğümüzde ona gıpta etmemek mümkün müdür? Hâlbuki bu güzelim görevleri yerine getirmeyenden taaccüp etmemiz daha önceliklidir.
Bütün bunlarla birlikte, dürüst ve çalışkan esnafı takdir ve tebrik etmeyi ihmal etmeyelim. Görevine bağlı kamu görevlisini takdir etmeyi unutmayalım. Müşterisi ile güzel iletişim içerisinde olan esnafı kutlayalım. Yeşile, ağaca, ormana ve suya, aşk, şefkat ve sevda gözüyle yaklaşan ve adeta onların üzerine titreyen ender insanları mutlaka “bir şekilde” mükâfatlandıralım. Çevreye saygılı olan insanı sevip sayalım. Her şeyden önemlisi “kibar, saygılı ve hürmetkâr” olan toplu taşıma aracı görevlilerine mutlaka şükranlarımızı sunalım. Çünkü insan, hangi hususta takdir görürse onu hayat tarzı haline getirir.
Dikkatimizi çeken bütün nadir güzelliklerin hayat tarzımız olması dileğiyle