Cüneyt Gökçe
2 Mart 2007
ınsanoğlunun çektiği sıkıntıların, kendi hatalarının sonucu olduğunu ima eden güzel bir ifade vardır; denilir ki:
“Hiç kuluna zulmeder mi Mevlâ’sı;
Kulun çektiği kendi cezasıdır, cezası!”
Kâinatı en güzel şekliyle şekillendiren yüce Allah, denge ve intizama dayalı muazzam bir sistem kurmuştur. ısraf ve lüzumsuzluktan uzak olan bu sistemde bütün yaratıklar birbirleriyle irtibat halindedir. Suyun, ormanın, denizin, insanın ve hayvanlar âleminin olağanüstü bir denge içerisinde biri biriyle ilişkili olduğu sayısız örneklerden anlaşılmaktadır. Beşerin eli karışmadığı takdirde evrende bir düzensizlik, lüzumsuzluk ve kirlilik görmek mümkün değildir.
Ne yazık ki, bugün yeryüzü ve insanlık bir yok oluş tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu muazzam ve ciddi tehlike ise, insanoğlunun vurdumduymazlıklarından ve sorumsuzca hareket edişinden kaynaklanmaktadır.
Her geçen gün, yüce Yaratıcı’nın bütün cömertliği ile yaratıp insanoğlunun emir ve hizmetine sunduğu güzelim kaynaklar –yine insanoğlu tarafından- yok edilmekte ve korkunç sona çanak tutulmaktadır.
Tabii kaynakları kendi irade ve gücüyle –bilinçli ya da bilinçsiz- yok eden insanoğlu -yine kendisinin ürettiği- zararlı maddelerle karşı karşıya kalmaktadır.
Küresel ısınma probleminin, insanlık için bir ölüm-kalım meselesi haline geldiğini bilmeyenimiz kalmamıştır. Bu durumda, kim kime şikâyet edilecek; ya da soruna temel bir çözümün bulunması nasıl mümkün olacaktır. Öyle ya, Dünyamızı kurtaralım da;” kimden”, “nasıl” kurtaracağız. Kirleten, tüketen, perişan eden “biz” olduğumuza göre kimden şikâyetçi olacağız ki! Petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtların bilinçsizce tüketilmesi sonucu atmosfere püskürtülen karbondioksit ve sair gazların atmosferde meydana getirdiği sera etkisiyle oluşan küresel ısınmanın müsebbibi ve sorumlusu biz değil miyiz?
Bu durumda bilinçli bir tavır değişikliği ile karbondioksit emisyonu hızla düşürülmediği takdirde yeryüzü artık yaşanmaz bir hale gelecektir ki, bu da “insanlığın felaketi” anlamına gelir.
Kuşkusuz bütün bunlar, insanoğlunun hayat tarzı tercihinden kaynaklanmaktadır. şu halde, tüketime dayalı hayat biçimini sorgulamadan bu illetten kurtulabilmemiz son derece zordur.
Aslında bizim yaptığımız -bir bakıma- gelecek nesillerin yaşama hakkını gasp etme anlamına gelir.
En azından vicdanen rahat olma adına, bu felaketi daha az zararla atlatabilmek veya zararı hafifletmek için -herkesin kendi çapında- yapabileceği bir katkı mutlaka vardır. Bu katkıları sağladığımız takdirde bir nebze de olsa görevimizi yerine getirdiğimizden belki söz edebiliriz.
Bir kısım insanlar, kendi hayat felsefesini yeniden sorgulayıp tüketimi üretime dönüştürmek suretiyle bu katkıyı sağlayabilecekken; bir başka kesim de yeşili çoğaltma suretiyle bu kervana katılabilir.
Kalorifer kazanlarımızın, ekmek fabrikalarımızın klima ve fırınlarımızın filtrelerini kontrol edip onarmak suretiyle binlerce kilogram karbondioksit tasarrufu yapabileceğimizi hiç düşündük mü?
Hatta tasarruflu ampul kullanmak, lüzumsuz lambaları söndürmek ve elimizden geldiğince enerji israfını önlemek hem bütçemize bir katkı hem de küresel ısınmayı azaltıcı bir katkı olacağını unutmayalım.
Enerjiyi verimli tüketen cihaz kullanmak, su ısıtıcılarının yalıtımını yapmak, gereksiz sıcak su tüketimini önlemek, kullanmadığımız zamanlarda elektrik-elektronik cihazların fişlerini çekmek, çatıların yalıtımını düzgünce yapmak, bulaşık makinelerini dolmadan çalıştırmamak, gerekmediği sürece motorlu araç kullanmamak, kullandığımız zamanlarda da, her birimiz kendi arabasına tek başına binme yerine arkadaşlarla birlikte dönüşümlü olarak beraberce ve topluca arabalardan yararlanma yoluna gitmek, motorlu araçların motor bakımlarını yapmak… “yapabileceğimiz” işlerden sadece birkaç tanesidir.
Yaşanabilir bir dünyada, beraberce mutlu olabilmemiz dileği ile…